Zamanda Aşk

YAZAR : Salı, Eylül 29, 2015


Merhaba
Uzun bir bayram tatilinin ardından tekrar döndük kürkçü dükkanına:) "Tatile gidecektim, gittiydim" süreçleri güzel de,  "döndüm" pek hoş olmuyor:(
Bayram tatilinde izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum sizlere. Film 2013 yapımıymış. Yeni bir film yani. Hiç eskimeyen bir konu "zamanda yolculuk".Filmin başrol kadın oyuncusunu daha önce "Zaman Yolcusunun Karısı" filminde de izlemiştim. Zaman yolculuğu ile ilgili filmleri seviyor sanırım:)
 Filmin adın da anlaşılacağı üzere başrol erkek oyuncu zamanda yolculuk yapabiliyor. Zaman yolculuğu filmlerinin çoğunda olduğu gibi bu filmde de mantık hataları var ama film genel olarak güzel. Konusu şöyle; Zamanda yolculuk yapabilen başrol oyuncusu hayatının aşkıyla tanışır ama sevdiği birine yardım etmek için zamanda geri gittiğinde hayatının aşkıyla tanışmadığı döneme gider. Biraz daha mücadele etmesi gerekir hayatının aşkını bulmak için. Film böyle devam ediyor ama ben filmden hoşuma giden alıntıları paylaşmak istiyorum.
Filmde ki kız acayip dürüst mesela. Söylediklerine "yok artık" diyorsunuz. Evleneceği çocuğun ailesiyle tanışmaya gittiğinde kayınvalide diyor ki "iyi, çok güzel değilsin, çünkü güzellik kişiliğin ve espiri yeteneğinin gelişmesine engel olur". Zaten dürüst ve hoş bir ilişkileri oluyor ikisinin.
Bir başka sevdiğim sahne de başrol oyuncusunun babası da zamanda yolculuk yapabiliyor ve kanser olduğunu öğrenince oğluna " her gününü iki kere yaşa, birincisinde günün stresinden göremediğin keyifleri ikinci kez yaşadığında yakala" diyor ve oğluda öyle yapmaya çalışıyor ama bir süre sonra tekrar yaşamamaya karar veriyor çünkü keyifleri kaçırmamayı öğreniyor yani yaşadığı günü keyifli yaşıyor. Filmde burada mesajını veriyor bence . Ya da önemli mesajlarından birini veriyor diyebiliriz.
Ne güzel olurdu değil mi? Mesela bir hata yaptınız filmi geri sarıp o anı tekrar yaşayabiliyorsunuz. Ya da bir fırsatı kaçırdınız, hemen geri dönüp yakalayabiliyorsunuz. Sanırım herkesin fantazilerine hitap ediyor ve bu yüzden zamanda yolculuktan sinema sektörü , kitap sektörü daha çok ekmek yer:)
Şimdilik bu kadar.........



Kadın Manifestosu

YAZAR : Cumartesi, Eylül 19, 2015
Kadınların bilmesi gereken 25 şey,
1. Unutma, sen değerlisin.
Çalışsan da çalışmasan da... 
Ünlü olsan da olmasan da... 
O erkek seni istese de istemese de... 
Sen sen olduğun için bi'tanesin.

2. Kadın olmanın tadını çıkartmalısın.
Biraz şefkat, biraz anaçlık, biraz dişilik, 
biraz seksilik, bolca zeka ve altıncı his... 
Sen şahanesin.. 

3. Göbeğin çıktı diye, 36 bedenden çok uzaksın diye, 
saçların o reklamlardaki kız gibi dalgalanmıyor diye eksik değilsin.

4. Kendine güvenin en büyük silahındır 
ve o en derinlerinden gelen ışıl ışıl gülümsemen tabii ki.

5. Biliyorum adettendir ama sonuca varamadığın, 
sadece bünyeni hırpaladığın o konuyu 50 kere konuşmana,
tartışmana gerek yok.
Olmuyorsa, üstünü çizip devam etmelisin.

6. Yaptıklarından suçluluk duyarak vakit kaybetmemelisin.
Yapamadıklarını listeleyip isteklerini gözden geçirmek suretiyle 
adımlar atarsan daha mutlu olabilirsin.

7. Hiçbir evlilik, hiçbir olması gerek şov, 
sana öğretilmiş hiçbir mecburiyet alın yazın değildir.
Kocan tek çıkışın, hayat zaferin değildir.

8. Uzaklarda arama sakın; en büyük mutluluk sendedir.

9. Aşkından gebersen de sınırlarını bilmelisin. 
Sınır neresidir? Sana saygısızlık yaptığı yerdir. 
Buna asla izin verme.

10. Sen kendine ne değer biçersen, sen kendine nasıl davranırsan; 
herkes sana öyle davranır. 
Asla ama asla kendini küçümseme.

11. Evde oturup derdine yanma.
Kaderini birine, bir kuruma, bir konuma bağlama.
Kaderin senin ellerinde, bunu sakın atlama!

12. Eski sevgili adı üstünde 'eski'dir...
Senin yeni dünyanı bulandırmasına izin verme.

13. Yeniden seveceksin, çok da sevileceksin. 
Kimse son değil, bunu bileceksin.

14. Dünyanın kanunu bu; düşündüğünü çekersin. 
Allah rızası için kurup durma, senaryolar yazma!

15. Sevgilini çok sevmelisin. 
Öyle herkese 'sevgili' dememelisin.
Fakaaat çok sevmen demek, 
kendini ayaklar altına alman demek değildir. 
Bir kadın gerekirse, severken de gidebilir değil mi? 

16. Her şeyin şık olsun. 
Ruhun, bedenin, kıyafetin, sevişin, terk edişin, dostluğun, sevgililiğin... Kadınlık şıklık demektir.

17. Başka kadınları kafana takmaktan vazgeç! 
Onlar sen olamaz, sen de onlar... 
Her kadın kendine özeldir, her kadın dibine kadar özeldir.

18. Kız arkadaşların önemlidir, 
en kıymetlilerindir ama onları seçmeyi bileceksin. 
Kadın kadının kurdudur, bir kenara not edeceksin.
Sadece kötü gününde değil, başarında, 
mutluluğunda da yanında olan, 
yüreğini ortaya koyan arkadaşlarından asla vazgeçmeyeceksin.

19. Erkekler çocuktur. Nokta!
Çocuğunu hem sevecek hem kızacak, 
icap ederse küsecek, cezasını vereceksin.! 

20. Seni bırakıp gidebilenin arkasından gözyaşı dökmeyeceksin.
Aramazsa aramasın be!

21. Sevginin, aşkın ne demek olduğunu anlamayan bir adamın 
vizesini keseceksin.

22. Sen renklisin, sen beceriklisin, 
sen erkeğin mutlu olma sebebisin, sen başlangıçsın, 
sen sonsun...
Mecbursun, bunu fark edeceksin!

23. Her şey bir karar vermene bakar. 
Sabır bazen gerekli, bazen gereksizdir. Ayrımı yapabilmelisin.

24. Yapamayacağın şey yok.
Gidemeyeceğin yer yok. Sana kapalı olabilecek kapı yok! 
Şu an silkelenip kendine geleceksin!

25. Tekrar söylüyorum, kafana kazı istiyorum, 
SEN ÖZELSİN, 
SEN Bİ'TANESİN, 
ÖNCE KENDİ DEĞERİNİ BİLECEKSİN...

Kızım'a Mektup

YAZAR : Cuma, Eylül 18, 2015

Dün gece saçlarını tararken seninle ilgilenmenin ne kadar keyifli olduğunu düşündüm ve bazen bu keyfe bile ayıracak zamanımın olmayışına üzüldüm. Yani bazen sadece iş olarak gördüğümü farkedip hüzünlendim. Daha ne kadar taratırsın ki saçlarını bana. Biraz daha büyüdüğünde kendin tararsın. Zaten şimdi bile "anne acıtıyorsun biraz yavaş tara" diye çemkiriyorsun."Babam hiç acıtmıyor" diyorsun. Baban sabır kelimesinin karşılığı bir insan . Ama ben sabırsızım anneciğim kendi saçımı bile öyle taramışımdır hep. Allahtan güçlü saçlarım vardı da benim hoyratlığıma rağmen hala kafamda durabiliyorlar:)
Bu blog bir günlük gibi. O yüzden yıllar sonra okurum belki, okursun belki diye yazmak istedim bugün bunu.
Seni o kadar çok seviyorum ki kızım. İyi ki varsın. Sana baktığımda çok güzel olduğunu düşünüyorum. Ve büyüyeceğini. Canının yanacağını hayal ettiğimde canım yanıyor. Ama öyle olacak, hayat bu.Gözünün içine bakarak, herşeyden korumaya çalışarak büyütsekte seni , bazı şeyleri öğrenmen için üzüleceksin, kırılacaksın, canın yanacak. Annelik buymuş "çocuğunu herşeyden korumak istemek" . Bazen annelik psikopatlık gibi bir şey diyorum. Bir dakika önce çok kızıp anında pişman olmak. Işık hızında duygu değişikliği yaşamak.
Bazen "anneciğim beni yıkar mısın?" diyorsun ben de sana "artık kendin yıkanabiliyorsun" diyorum. Aslında benim seninle ilgilenmemi istediğini biliyorum ama yapacak hep işlerim oluyor. Ne acı. Bu işler hiiiiç bitmiyor. Zaten akşamları görüşüyoruz sadece. O zamanda hep işlerim oluyor, ya da yorgun oluyorum. Yorgun ve sinirli. Özür dilerim bebeğim. Benden bir şey istediğinde sana kızdığım için.
Bazen hayatta önemli olanın ne olduğunu düşündüğümde sadece siz geliyorsunuz aklıma. Sen ve ağabeyin. Ama sonra bu kadar önem verdiğim halde sizinle yeterince ilgilenmediğimi düşünüp suçluluk hissediyorum. Ha bir de annelik suçluluk hissetmek, kendini yetersiz hissetmek demekmiş.
Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Bu dünyada başka hiçbirşeyin hissettiremeyeceği duyguyu anımsıyorum. Pembecik bir şeydin. Minnacık. Masum, tam bir melek gibi. Sende erken doğduğun için(ağabeyin gibi) çok çirkindin. Ama babanla ben, dünyanın en güzel şeyine bakar gibi bakıyorduk sana. Öyle özlüyorum ki o günlerinizi. Keşke arada sırada o günlere gidip sizi sevip gelebilsem:) Bu günleri de özleyeceğim biliyorum. Bıcır bıcır sürekli konuşmanı. Baban, ağabeyin ve ben sürekli "Ezgi sus artık yeter" diyoruz. Sonra öyle dediğimize de üzülüyorum. Konuş bebeğim istediğin kadar.
Bazen "bana bebeğim deme ben büyüdüm artık" diyorsun. Ben de sana "istersen 50 yaşında ol hep benim bebeğim olacaksın" diyorum. Hoşuna gidiyor. Ve bana "anne sakın ölme" diyorsun:)
Her annenin bir kızı olmalı derim hep. Allaha şükürler olsun ki benimde bir kızım ve bir oğlum var. Biz üç kız kardeş olduğumuz için kız çocuklarının anneyle olan bağlarını bildiğimden olsa gerek öyle isterdim.
Şimdi bu yazımı okuyunca oğlum kıskanacak. Sana da yazacağım anneciğim merak etme. Babama "kardeşimi daha çok seviyorsun" dediğimde "elinden bir parmak seç, kes bakalım hangisi daha çok acır" derdi. "Eşit acır" dediğimde "işte siz benim için, annen için öylesiniz, birinizi daha çok sevmemiz mümkün değil" derdi. Şimdi de ben veriyorum aynı örneği size. Kimbilir belki sizde çocuklarınıza verirsiniz bu örneği. Çünkü hayat bir devir daim.
Dün gece sana "iyi ki varsın, iyi ki benim kızımsın" dediğimde bana "anne, bir çocuğun daha olsa onuda beni sevdiğin kadar sevip ona da "iyiki varsın" dermiydin" dedin. Ben de "derdim tabi ki o da benim çocuğum olacak sonuçta" dedim. Suratını astın. Ben de güldüm "olmayan kardeşini mi kıskanıyorsun yani şimdi" dedim. Sen de düşünüp gülümsedin ve "evet ya ne komik" dedin. Evet bir çocuğum daha olsa onu da sizi sevdiğim gibi severdim. Ama sevgi bölündükçe azalan birşey değil. Hatta çoğalan bir şey.
Seni kocaman öpüp mektubuma burada son veriyorum ama yazmaya devam edeceğim merak etme:)


Ruh Eşi

YAZAR : Cuma, Eylül 18, 2015
İnsanlaɾ ɾuh eşinin mükemmel uyum olduğunu düşünüɾ ve hemen hemen heɾkes onu bulmak isteɾ. Fakat, geɾçek ɾuh eşi; seni hayattan geɾi koyan şeyleɾi gösteɾen biɾ ayna, seni hayatını değiştiɾebileceğine daiɾ faɾkındalığa kavuştuɾan kişidiɾ. Geɾçek ɾuh eşi muhtemelen hayatın boyunca tanıyıp tanıyabileceğin en önemli kişidiɾ. Tüm duvaɾlaɾını yıkaɾ ve seni hayatın içinde uyanık tutaɾ. Ruh eşinin amacı; seni biɾ güzel saɾsmak, egonu biɾaz yıkmak, sana engelleɾini ve bağımlılıklaɾını gösteɾmektiɾ. İçeɾi yepyeni biɾ ışık sızabilsin diye kalbini biɾaz olsun kıɾmaktıɾ. Sana, hayatına daiɾ kontɾolünü öyle kaybettiɾiɾ ki değişimin kaçınılmazdıɾ.
~ Elizabeth Gilbert


Mutlu İnsanlar Neyi Farklı Yapar?

YAZAR : Perşembe, Eylül 17, 2015
Psikoloji alanında popüler Amerikan dergilerinden Psychology Today birkaç ay önce mutluluk üzerine ilginç bir yazı yayınladı. Psikologlar Robert Biswas-Diener ve Todd B. Kashdan’ın hazırladığı makaleye göre, hayatın en keskin paradokslarından olmakla beraber, riskli, zaman zaman kötü veya insanı rahatsız eden şeyler yapmanın insanın memnuniyetinde önemli payı var.
Modern çağda mutlu olmak efsanelerde ölümsüzlük iksirine sahip olmak gibi bir şey. Birçoğumuz mutlu olmak için daha çok para kazanmak, daha ileri mevkiilere gelmek, daha eğitimli olmak istiyoruz. Çocuklarımız olduğunda aynı döngü onlar için geçerli oluyor, birçok idealimiz onlara gene onların mutlu olması için geçiyor.  Biz modern insanlar olarak dünya genelinde 70-80 olan ortalama ömrü en iyi şekilde değerlendirmek istiyoruz. Kişisel gelişim kitaplarını, yaşam koçluğu seminerlerini dikkate alırsanız bu alanda ekonominin nasıl hızla büyüdüğünü de görebilirsiniz.
Yaşam amacı olarak mutluluğun peşinden gitmek sadece Batı kültürüne has değil. Örneğin, İllinois Üniversitesi’nden psikolog Ed Diener ve Virginia Üniversitesi’nden psikolog Shigehiro Oishi’nin 48 ülke kapsamında yürüttüğü çalışma sonuçlarına göre, mutluluk yaşamda bir anlam aramak, zengin olmak veya cennete gitmek gibi tercih edilen birçok kişisel hedefin önüne geçiyor. Mutluluk sadece kişinin kendini iyi hissetmesine yarayan birşey değil, kişiye sağlık açısından da iyi geliyor. Hem psikolojik açıdan, işyerinde motivasyon, daha iyi kazanç ve yaratıcılığı tetikleme gibi elle tutulmayan avantajlar getirdiği gibi, bağışıklık sistemini güçlendirdiği de çalışmalarla kanıtlanmış durumda. Çoğumuz için mutluluk birçok pozitif hissin yanında huzur, memnuniyet ve tatmin olarak özetlenebilir. Duygulara bağlı olduğundan ve kişiliklerin içine girmesinden dolayı, mutluluğun tasviri oldukça değişken olabiliyor. Ancak gerçek mutluluk güzel olayların gerçekleşmesiyle yükselen ve hızla kaybolan bir duygu değil. Bilakis gerçek mutluluk dopamin seviyelerinin yükselmesinden çok daha uzun süren sırf duygularla yönünü bulmayan beynin seçimleriyle şekillenen bir ruh hali.
Mutluluğun Sırrı Hayata Bakışta Gizli
Mutlu olmaya aslında alışkanlıklarımız ve seçimlerimizi doğru yöneterek ulaşılabiliriz. İşteki davranışlarımız, arkadaşlarımız ve ailemizle olan ilişkilerimiz, hayatımız ile ilgili önemli kararlar kendimizi iyi hissetmemiz açısından büyük rol oynamakta. Mutluluk üzerine yapılan son çalışmalara göre, kendimizi belirsizlik içinde, rahatsız hatta bir nebze suçlu hissettiğimiz anlar yaşamımızda en çok aklımızda kalan ve en çok keyif aldığımız zamanlarla iç içe. Bu saptamanın sonucunda, mutlu insanların alışkanlıkları kıran, rahatlarını bozmaya, riske girmeye çekinmeyen insanlar olduğunu görüyoruz.
Riskin Gerçek Ödülü
Farklı şeyler denemeye ne kadar isteklisiniz? Bu son derece basit bir akşam yemeği kararı da olabilir, paraşütle uçaktan atlamak gibi bir macera da olabilir. Hayata renk katmak mutluluğun tadı tuzudur. Mutluluğu sürdürülebilir hale getirebilmek için hep sevdiğiniz şeyleri yapmak yerine farklı deneyimlere açık olmalısınız. Bu tür farklılıklara açık olma halinin altında merak yatmakta. 2007 yılında Todd Kashdan ve Colorado Devlet Üniversitesi psikologu Michael Steger 21 günlük bir çalışma yürüttüler. Bu süre zarfında katılımcılar günlük aktivitelerini kaydettiler ve çalışma sonunda en çok heyecan duydukları günlerin merak ettikleri şeylerin peşinden gittikleri günler olarak tanımladılar. Böyle zamanlarda merakları onları yeni şeyler öğrenmeye itmiş, öğrendikleri sonucunda karşısındakilere teşekkür etmeye ve çevrelerindekilere yardımcı olmaya kadar kendilerini yararlı hissettikleri işler yapmışlar.
Merak insana bilinmeyenin kapılarını aralar, bilinmeyeni çözme hissi ise, kişiye anlık mutluluklar getirir. Merakla çıkılan yollar kolay değildir, kimse bilinmeyenden haz etmez, bilmek ve önüne çıkanları kontrol edebilme isteği her insanın doğasında vardır.  Ancak ne kadar riske girip bilinmeyen yolu yürümeye başlarsanız, o kadar çok şey öğrenir, o kadar güçlü ve akıllı olursunuz. Her zorluk yeni bir deneyim yeni bir mutluluk kaynağı olacaktır. Bunu yanlış yorumlayıp sürekli kendinizi tehlikeye atın, bilinmeyene gidin diye düşünmemek gerekir. İnsan keyif aldığı şeyleri yapmaya devam etmeli ancak zaman zaman riskli gördüğü sonucunda kazanımlar ve kayıplar olabilecek farklı yolları da es geçmemelidir.
Mutlu olmak için bir gözünü kapamalı mısın?
Mutlu insanlara yönelik standartlaşmış bir eleştiri; hayata gerçekçi bir yaklaşımlarının olmaması üzerinedir. Kötülüklerden, problemlerden, zorluklardan mümkün olduğunca uzak kalarak yaşamlarını sürdürürler. Memnun olan insan olaylara daha az eleştirel yaklaşır. Yabancılarla etkileşimlerinde son derece açıktır, karşısındakine şüpheyle yaklaşmadığı gibi, hızla güven duyar. Dolayısıyla, mutlu insanlar aldatılmaya, dolandırılmaya daha açıktır.
Mutsuz insanlar; örneğin depresyondaki insanlar da, tam aksine detaylara çok önem verir. Örneğin, karşısındaki insanın ruh halindeki en ufak değişiklik, konuşma sırasında onaylama veya reddi işaret eden en ufak bir mimik, asla gözlerinden kaçmaz. Çevresindeki insanların ruh halinin analizini depresif insan mutlu insandan çok daha etkili bir şekilde yapar. Ancak, detaylara çok fazla takılmak da insanı çok yorar, yıpratır, doğal hareket alanını daraltır. Herşeyin azı karar, çoğu zarar sözünden yola çıkarak tamamen mutlu ve hayattan tatmin olmanın da kişinin kendini daha ilerilere taşımasında engelleyici olabileceğini vurgular çalışmalar. Psikolog Oishi ve arkadaşlarının çalışmasında gerek okul gerekse iş hayatında mutluluk endeksinde 10 üzerinden 9 puan alan kişilerin daha az puan alan kişilere göre performansları konusunda daha az hırslı olduğu kaydedilmiştir. Mutlu insanlar çoğu konuda tatmin olduklarından daha fazlasını istemezler ya da bu uğurda daha fazla çabalama gereğini görmezler.
Başkalarını kıskanmamak
Kötü gün dostu olmak deyimini hepimiz duymuşuzdur. Herşey kötü gittiğinde, iflas ettiğinde, işinizden atıldığında veya evliliği bittiğinde arkadaşınızın yanında olmak. Yakın zamanda yayınlanan bir Gallup Dünya Anketi’nde, mutluluğun en önemli göstergesinin kötü zamanlarda destek için aranabilecek bir yakın arkadaş olduğu belirtilmiş.
Evet, böyle zamanlarda destek çok önemlidir. Ancak aynı destek ya da daha doğru ifade etmek gerekirse, beraber kutlama ihtiyacı iyi günlerde ortaya çıkar. Arkadaşının mutluluğunu veya başarısını onu kıskanmadan, gıpta etmeden paylaşmak belki kötü günde yanında olmaktan daha da önemlidir. Kişiye gerçekten değer verdiğini o zaman gösterirsin.  Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara’ya mensup psikolog Shelly Gable romantik ilişkilerde de partnerlerin birbirlerinin profesyonel başarılarına gösterdikleri olumlu tepkileri ilişkiyi güçlendirdiği, başarıya ilgisizliğin ise ilişkiyi sonlandıran faktörlerin başında geldiği gözlemleniyor. Bir arkadaşınızla başarınızı paylaşmayı neden istersiniz? Başarılar kutlandıkça daha gerçek ve kalıcı hale gelir, bir haber olmanın ötesine geçer ve bir deneyime dönüşür.
Her duygu için bir zaman vardır
Psikolojik açıdan sağlıklı insanlar her duygu için bir zaman olduğunun bilincindedir. Negatif duyguları yok saymak yerine, bu duygularıyla yüzleşmeyi seçerler. Örneğin, bir meslektaşlarının başarısını çekemiyorlarsa, onun her toplantıda söz aldıktan sonra patronun övgülü sözlerini dinlemekten sıkıldılarsa, nedenini kendi içinde aramalılar: Neden böyle durumlarda kendimi kötü hissediyorum? İşe katkı sağlayacak fikirlerimi ben neden dile getirmiyorum? Yaklaşımımı nasıl değiştirebilirim?
Olumlu insanlar negatif duygulardan kaçmazlar. Hayatın hayalkırıklıklarıyla dolu olacağının bilincindedirler, bu tür duygularla yüzleşmeye hazırdırlar. Olumlu ve olumsuz olaylarla ilgili benimsedikleri yaklaşıma göre, zihinsel bir esneklik gösterirler. Örneğin, sevdikleri bir arkadaşlarının başarısını kıskanmak ve kendini yiyip bitirmek yerine, hislerinin nedenlerinin üstünde dururlar. Arkadaşlarına destek oldukları gibi kendi iç dünyalarını gözlemleyerek neleri değiştirebileceklerine odaklanırlar.
Keyif ve amaç birarada olabilir
Hayatta olma amacınızın farkındaysanız ne mutlu size. Ancak unutmayın ki bu, kendinize ufak ödüller vermenizin önüne geçmemeli. Hedeflerinize kilitlenmeyi bir kenara bırakmadan da, kendinize zaman ayırabilirsiniz. Zaman zaman uzun banyolar yapmak, masaja gitmek, birkaç arkadaşla iş çıkışı içki içmek…
Hayat sadece yapılacaklar ve katı hedeflerden ibaret olmamalı ancak insanın kendini şımartması da belli sınırlarla limitlenmeli. Eğer sadece sevdiğiniz aktivitelerle hayatınızı doldurursanız, o aktivitelerin keyfini tam anlamıyla çıkamazsınız, gündelik uğraşlar haline getirirsiniz. Örneğin, sıkı bir iş yaşamının ortasında kendinize bir saat ayırıp alışveriş yapmanız tüm gün vitrin bakmaktan daha büyük keyif verecektir.

Ünlülerin Zayıflama Sırları

YAZAR : Salı, Eylül 15, 2015
Peki bu ünlüler nasıl her zaman formda kalabiliyorlar? Bir de bunlara bakalım.


 
3 çocuk sahibi olan Heidi Klum, güzel fiziğini tek bir kurala borçlu. Ünlü model hiçbir şekilde ekmek yemiyor. Ekmek yerine haşlanmış pirinç ve makarnayı tercih ediyor.
*(Ekmek yemeden yaşayabilir miyim ki? Hayal bile edemedim şimdi:( )


Soya sütü içen Angelina Jolie, doğum yaptıktan sonra buharda pişmiş sebze ve levrek ile beslendi. Kırmızı et olarak dana filetoyu tercih eden güzel yıldız, asla şeker kullanmıyor.
*(Yani hiç tatlı yemiyor öyle mi? Mümkün değil inanmam! Öyle hayat mı olur?)
 
Catherine Zeta-Jones
Yaşına rağmen düzgün fiziği ile her zaman göz önünde olan ünlü yıldız, 17:00’den sonra hiçbir şey yemiyor. Ayrıca yağsız süt tercih ederek, bol yürüyüş yapıyor.
*(Ama 5 çok erken yaaaaa. Altı ya da yedi yapsak olma mı?)
 
Doğum yaptıktan kısa süre sonra sıkı bir forma kavuşan Jennifer Lopez, öğünlerde yarım porsiyon yemek yiyiyor. Her gün aldığı kaloriyi bu şekilde devamlı azaltan Lopez, ay sonunda birkaç kilo kaybetmiş oluyor. Ünlü yıldız, kalçalarının sıkılığını ise düzenli step yapmaya boçlu.
*(İşte bu yapılabilir bence. Porsiyonları yarıya indirebilirim)
 
Adriana Lima
Şahane formunu korumak için düzenli olarak boks yapan model, tehlikeli olan çok sıkı diyetleri uygulamıyor. Acilen kilo vermesi gerektiğinde detoks programlarına başvuruyor.
*(Boks mu? Adriana yapma öyle şeyler, ya yüzüne bi yumruk yersen ne yaparsın?
 
Gülben Ergen
Günde 3 kez, çubuk tarçın ve karanfili sıcak su içinde bekletip içen Ergen, bu şekilde yağlarını yakmaya yardımcı oluyor. Aynı zamanda spor yapmaya gayret eden Ergen, az yemek yemeğe fakat öğün aralarını kaçırmamaya dikkat ediyor.
*(Ah be güzelim biz yapmıyomuyuz sanki tarçınlı, limonlu sular. Hatta elma sirkesi içmekten midem delinecekti. Ama sıfır fayda :( )

 
Claudia Schiffer
Süper model sabah kahvaltısında sadece meyve yiyiyor. Ayrıca gün içinde de ara öğünlerde yeşil sebze ve meyveleri tercih ediyor.
*(Zeytin ya da peynirsiz kahvaltı mı olur yaaaa.Ben de meyve yiyorum ama kahvaltıdan önce:))
Biraz ilham olsun diye sizler için araştırdım. Umarım faydası olur:)

Kilo Verenlerden Tavsiyeler

YAZAR : Pazartesi, Eylül 14, 2015
Kilo Verenlerden Tavsiyeler

Merhabalar
Nasrettin Hoca ağaçtan düştüğünde doktora götürmek isteyenlere "bana ağaçtan düşmüş birini getirin. Benim halimden en iyi o anlar demiş. Ben de bugün kilo vermek isteyenlere , kilo verebilmiş insanların tavsiyelerini paylaşacağım sizlerle. 



Vitor 1 yılda 30 kilo vermiş. Vitor diyor ki;  "gerçekçi olun" . Televizyonda gördüğünüz mankenler gibi olacağınızı zannetmeyin ya da ummayın. Siz kendinizin en güzel olabilecek halinin peşindesiniz. Onu bırakmayın.
*Herkes farklıdır ve gerçekçi olmayan hedefler insanı mutsuz eder, motivasyonunu yok eder.


Matthew 1 yılda 68 kilo vermişMatthew diyor ki; "adım adım gidin". 10 kilo verdikten sonra gidin kendinize yeni kıyafetler alın, daha mutlu hissedin. Sonra bir 10 kilo daha verin. Gitmek istediğiniz yere kadar sizi motive edecek şeylerden kaçınmayın.
*Hedef koymak ve aşama aşama ilerlemek gerek.

Andrew 5 yılda 41 kilo vermiş . Andrew diyor ki; "küçük değişiklikler yapın". Bir diyete başlamak, bir tatlı yediniz diye bozulabilir. En azından kafanızda. Siz gelin en iyisi, birer birer değişiklik yapın. Her gün çikolata yiyorsanız onu bırakın ilk önce. Sonra kolayı. Sonra şekeri. Böyle gitsin.
*Alışkanlıkların hepsini birden değiştirmek insanı strese sokan birşey. Aşama aşama vazgeçmek .ok mantıklı.

Wills 7 ayda 50 kilo vermiş . Wills diyor ki; "neden kilo vermek istiyorsunuz, onu bulun, ona inanın". Mesela benimkisi çocuklarım içindi. Çocuklarım beni süper kahraman gibi görüyor. Her şeyi yapabileceğime inanıyor. Ben de kayak, dağcılık ve buna benzer şeyleri yapabilmek için kilo verdim.
*Amaç herşey de olduğu gibi burada da çok önemli.

Dan 6 ayda 27 kilo vermiş, sigarayı da bırakmış . Dan diyor ki; "diyetinizin 5. gününde tatlı  yediniz diye her şeyden vazgeçmeyin". 6. güne kaldığınız yerden devam edin. Vazgeçerseniz yediğiniz tatlı kazanmış olur.
*İşte bu en fazla yaptığımız hata galiba:(

Paul.1,5 yılda 52 kilo vermiş  Paul diyor ki; "sevdiğiniz ve sağlıklı olan yiyeceklerin farklı pişirme tekniklerini ve tariflerini öğrenin". Böylece aynı şeyi yemekten sıkılmaz, motivasyonunuzu düşürmemiş olursunuz.
*Çok mantıklı bir öneri. Mahrum kalma hissi vazgeçmemize sebep olabilir.

Paul bir yıla yakın zamanda 61 kilo vermiş . Paul diyor ki; "eğer çok sevdiğiniz ama diyetinizde yeri olmayan bir yemek varsa, yiyin onu". Abartmayın ama çok canınız çektiğinde yiyin. Ben kendi takvimime patates kızartması eklemiştim mesela.
*Vücudumuzun direnmemesi için onu kandıracak, kendisini mahrum kalmış hissettirmeyecek bir öneri.

Aaaaa ama bunların hepsi erkek. Kadınlar yok mu? Kadınlar daha mı az iradeli yani? Hayıııır olamaz.
Eğer size kardiyo saçma geliyorsa, seveceğiniz başka bir şey bulun. Eğer size kardiyo saçma geliyorsa, seveceğiniz başka bir şey bulun.

Olivia Sullivan ( 1 yılda 45 kilo verdi )


'' En büyük aydınlanmayı, kardiyo'nun tamamen saçmalık olduğunu fark ettiğim zaman yaşadım. 124 kilo olduğunuzda kardiyo gerçekten saçmalık ve buna ek olarak insanı kötü hissettiren bir şey. Daha sonra bir arkadaşım bana kuvvet çalışmaları yapmamı önerdi ve gerçekten bu çalışmalardan hoşlandım. Ayrıca bu işte iyi olduğumu fark ettim ve bir süre sonra boks'a merak saldım.
Şu an haftada 3 gün boks yapıyor, diğer 3 gün ise yine kuvvet çalışmaları ile spor yapıyorum. 79 kilo'da ise kardiyo insana çok çok daha kolay gelmeye başlıyor! ''
*Harikasın Olivia.

Alışkanlıklarınıza Dikkat Edin

YAZAR : Cuma, Eylül 11, 2015
Alışkanlıklarınıza Dikkat Edin
Bir köylü kadın bir danayı doğduğu gün kucağına alıp sevmiş. Küçücük bir dana işte, kucağa sığmış. Bu hareketi adet edinmiş kadın. Danayı her gün kucağında taşımaya başlamış. Sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp öküz olduğu zaman onu yine kucağında taşıyabilmiş…Montaigne ‘Bu hikayeyi kim uydurduysa” alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlamış olmalı demiştir. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur.”
Montaigne’ye göre alışkanlık öyle gürültü yaparak gelmiyor. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar. Başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür. Ama zamanla oraya yerleşip kökleştimi öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez.”Etrafımıza baktığımız zaman Montaignenin hikayesindeki gibi kucağındaki koskoca öküzlerle uğraşan bir sürü insan görürüz. Hiç şüphe yok ki onlar zamanında kendilerine ‘o danayı kucağından indir” diyenlere ‘Ne olacak… küçücük bir dana işte… Biraz sevip bırakacağım” cevabını vermişlerdir. Demek ki bizim ‘dost” alışkanlıklara ihtiyacımız var; bize ‘düşman” alışkanlıklara değil. 
Kötü alışkanlıklara doğru ilk adım atan birisi kendi düşmanlarını eğitmeye başlamış demektir. Yüz metre yarışına hazırlanan herkes, kucağındaki öküzden kurtulmak zorundadır.Bir halatı elinize alıp bakın. Onun yüzlerce incecik kenevir lifinden meydana getirildiğini göreceksiniz. Bir tek kenevir lifi bir şey ifade etmez ama onun halat olmaya çok istidatlı olduğunu unutmayın. Boynunuza/ayağınıza dolanmış bir halatınız varsa şunu da unutmayınız: Güçlü bir bilek ve keskin bir kılıçla ondan kurtulabilirsiniz. (Alıntıdır ) 

Yorumsuz

YAZAR : Perşembe, Eylül 10, 2015

Acil Sağduyu Lazım Bize

YAZAR : Çarşamba, Eylül 09, 2015
Merhaba 
Son günlerde yaşananlar sonucu sosyal medyada ki paylaşımları okuduğumda derin bir üzüntü ve endişe hissediyorum. Sürüklenmek istediğimiz ortam beni çok korkutuyor. Yıllar önce izlediğim bir belgeseli düşünüyorum, aklımdan kovmaya çalıştıkça aklıma geliyor. Belki duymuşsunuzdur Ruanda'da 1994 yılında yaşanan iç savaşı. Belgeselde; yıllara yayılmış bir strateji ile  iki farklı kabile arasına nifak tohumları sokulması, bunu destekleyen Belçika, Fransa ve Amerika, belli bir politikayla halkın birbirine düşman edilmesi anlatılıyor. Ve en sonunda istediklerine ulaşıyorlar. 
Şu an gazetelerde ki haberler beni çok korkutuyor. Lütfen bu oyunlara gelmeyelim. Sağduyulu olalım. 

"Orta Afrika'da küçük bir ülke olan Ruanda, 1994 yılında dünya tarihinin en acımasız soykırım vakalarından birine tanıklık etti. Ülkede yaşayan iki kabile (Hutular ve Tutsiler) arasında çıkan ve Avrupa ülkeleri ile A.B.D tarafından da dolaylı olarak desteklenen bu iç savaşta yaklaşık 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu can verdi".(Sabah Gazetesi)

Eğer izlemediyseniz bu konuyla ilgi Otel Ruanda filmini izlemenizi tavsiye ederim. İzlemeye dayanabilirseniz.

Otel Ruanda (Hotel Rwanda - 2004)



Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında çıkan şiddet olayları ve katliamı konu alan filmin senaryosu Ruanda Katliamı'ndaki gerçek olaylara dayanıyor. Filmde Ruanda Katliamı, başkent Kigali'deki Hôtel des Mille Collines'in müdür yardımcısı olan Paul Rusesabagina'nın katliam sırasında birçok insanın hayatını kurtarması üzerinden işleniyor.

İletişebilmek

YAZAR : Salı, Eylül 08, 2015
İLETİŞEBİLMEK
Merhaba
Bugün sizlere hepimiz için çok önemli olan ama etraftan , kulaktan duyma öğrendiğimiz ve bilmediğimiz için çok çatışma, yanlış anlaşılma yaşadığımız iletişimden bahsetmek istiyorum. Bir projem var benim Milli Eğitim Bakanı olduğumda kesin yapacağım (vaat değil valla, dediydi dersiniz:)). İletişim, Para nasıl yönetilir? (yada kişisel finansta olabilir adı) ve adab-ı muaşeret dersleri koyacağım müfredata. Çünkü eğitim ne demek? sadece üçgenin iç açılarını toplamayı öğrenip toplum içinde nasıl konuşacağını bilmemek mi? Ya da tarihte ki savaşların tarihlerini öğrenip kendi bütçeni yönetememek mi? Hani hep bir geyik muhabbeti vardır "bu öğrendiklerim gerçek hayatta ne işime yarayacak?" diye. Biraz da gerçek hayatta olmazsa olmaz bilgileri öğrensek çok daha iyi olacağını düşünüyorum.
Mesela Japonya da ilkokul öğrencileri çantalarında bir bez taşırlarmış. Bu bezle sıralarını silerlermiş ve öğretmenler ilk önce kendi çevresinin , bulunduğu ortamın temizlenmesi gerektiğini öğreterek rehber oluyorlarmış. Bu haberi okuduğumda "kesinlikle böyle olmalı" diye düşündüm. Geçen gün memur bir arkadaş çalışma masası kirlendiği için fellik fellik temizlik görevlisini arıyor. Ona dedim ki "tırnağın varsa başını kaşı" yani "bez var odada kendin sil, yani başkasına iş yaptırmaya bu kadar meraklı olma" dedim. Pek hoşuna gitmedi. Çünkü toplum olarak iş yaptırmayı ağa olmayı çok seviyoruz. Herkes paşa çocuğu maşallah. Burada çok sevdiğim bir ata sözünü paylaşmadan geçemeyeceğim "Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa" .
Konu dağıldı gene toparlıyorum şimdi. İletişimi bilmiyoruz. Demem o ki birazcık bilsek çok daha doyum veren ilişkilerimiz olacak. "Ne söylediğin değil nasıl söylediğindir önemli olan" .Yani toplum içinde yaşıyoruz sürekli insanlarla iletişim halindeyiz. Ne kadar başarılı iletişim o kadar huzurlu insanlar, o kadar huzurlu bir toplum. Saygı, nezaket ve doğru iletişimle açılamayacak kapı yok.
Peki nasıl iletişim kurmamız gerek? Bence en önemlisi suçlayıcı "sen dili" yerine "ben dilini" kullanmak. Hatta özellikle yakın ilişkilerimizde sadece bu değişikliği yapabilsek, hayatımıza yansımalarının çok büyük olacağına emin olabilirsiniz. Çünkü "sen şöyle yapıyorsun" dediğimizde karşımızda ki kişiyi savunma durumuna sokuyoruz. "Ama senin böyle davranmam benim şöyle hissetmeme neden oluyor" şeklinde bir cümle kişiyi savunma durumuna sokmadan yaptığı davranışı farkedip üzerine düşünmesini sağlıyor. Geçenlerde yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.İş için telefonla görüştüğüm bayan(kadınlarla malesef daha çok yaşanıyor) sorduğum soruya yapıcı bir cevap vermek yerine  "dediğiniz gibi yaparsanız evrakınızı iade ederim " dedi. Öyle haklı görüyordu ki kendini "lütfen sende terslen de kavga edelim" diyordu resmen ama ben sadece "ben sizden yardım istiyorum, doğru olanı yapmaya çalışıyorum neden böyle konuşuyorsunuz?" dedim ve x hanım telefonda bir süre sessiz kaldıktan sonra soruma düzgün bir cevap verdi. Kolay olan onunla aynı tarzda konuşup "telefon öyle kapatılmaz böyle kapatılır" yapmaktı ama ben zor ama yapıcı yolu seçtim. Sonuçta amacımız üzüm yemek öyle değil mi? Bağcıyı dövmek değil. İşte bunu hiç unutmamalıyız.Dedem "hep dişi konuşun" derdi bize. Yani keskin değil yumuşak olsun cümleleriniz. Kimseye batmasın. O yapamıyorsa siz yapın bir şey kaybetmezsiniz hatta kazanırsınız. 
Ne demiş Mevlana "Arayan sen ol,bulan sen; Tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen! Kula vefası olmayanın Hakk'a vefası olmaz".


Söylesem Tesiri Yok

YAZAR : Pazartesi, Eylül 07, 2015
 

İnstagramda buldum bu yazıyı . Tam da duygularıma tercüman oldu. Ne söylesek tesiri yok , susmaya gönlümüz razı değil. Allahım ailelerine, sevdiklerine sabır ver. Ve inanmayarak ta olsa "Allahım lütfen bu son olsun". Başımız sağolsun.

Üzgünken Ne Yapalım?

YAZAR : Perşembe, Eylül 03, 2015
Merhabalar
Geçen hafta hormonlardan mıdır bilmem(üzerinize afiyet) çok depresiftim. Etrafımda ki herkese gıcık oluyordum(en çok ta kendime ki bu en dayanılmazı). Alınganlığım tavan yaptığından dolayı da yanlış anlamalar, kırılmalar birbirini kovaladı. Yaklaşık 4-5 gün sinir küpü gibi dolaştıktan sonra vücudum isyan etti. "Yeter artık bu strese dayanamıyorum" dedi ve hasta oldu. Yani vücudun kendini ifade etme şekli olan hastalığı kullandı bana bunu anlatabilmek için. 2 gün bütün kemiklerimin ağrıdığını hissettim resmen kaval, femur,omurlar gibi tüm kemiklerimin yerlerini tek tek sayabilirdim. Bir de baş ağrısı ki evlerden uzak. Sosyal medyada bir yazı okumuştum "başınız ağrıyorken bir bandana yada tülbent vb.... bir bezle sıktığınızda ağrınız geçiyorsa ağrı stresten kaynaklanıyor demektir" diyordu. Ben de tülbentle sıktım ve ağrı hafifledi:)
Sonra kendi kendime bu acıları niye çekiyorum, kendime niye bunu yapıyorum diye sordum ve vücuduma da "tamam anladım mesajını, çok haklısın, özür dilerim" dedim:) Genelde (çok şükür ki) uzun süre bir şeye üzülememek gibi bir özelliğim var. Hatta kendime "aynı konuyla ilgili geçen gün çok üzülmüştün ya yeter" derim. Sonra gider birilerine anlatırım. Sonra dans falan ederim. Benim stres ve üzüntüyle başetme yöntemim bu. Ama tabi biraz rahatladıktan sonra beni üzen konunun derinliklerine inebilirim.
Azra Kohen Ayşe Arman'la röportajında "Depresyon hayatımızda değiştirmek zorunda olduğumuz şeyleri, değiştirmediğimiz zaman hissettiğimiz şey" diye tanımlamış depresyonu. Ben de çok beğendim bu tanımı. Yani bir şeye üzülüyoruz ama aslında o buz dağının görünen kısmı. O sizi üzen şey neden üzüyor? buna hangi duygu sebep oluyor? gibi sorularla kaynağı öğrenmeli sonrasında da değiştirebiliyorsak değiştirmeli değiştiremiyorsak ta kabullenmeli, hayatımıza devam etmeliyiz.
Son zamanlarda antidepresan kullanımının çok arttığını görüyorum çevremde. Mesela bir arkadaşımın 15 ve 17 yaşında ki iki kızına da doktor antidepresan başlamış. Bu korkunç geldi bana ve tabi hemen fikrimi söyledim. Annesi "eeee ne yapacağız o zaman" dedi. "Antidepresan bir kaçıştır, sorunu ötelemekten başka bir işe yaramaz. Kolaya kaçma" dedim. Ama insan doğası işte hep kolaya kaçıyoruz.
Arkadaşım ve çocukları çok sık rastlanılan bir örnek yalnızca. Genel tablo böyle malesef. Hep mutlu ve keyifli şeyler yapmak istiyoruz. Bizi mutsuz eden şeylerden kaçıyoruz ama eğer o sıkıntıyı çözmezsek te farklı şekillerde tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Kısır döngü gibi. Ama hayat hep mutlu olunacak bir yer değil. Yani aslında hayatın içinde her şey var. Üzüntü, sıkıntı, gerginlik. Bunları kabullenip bütün duyguları yaşayabilmeliyiz. Zaten bunları yaşamazsak mutluluğun ne olduğunu bilemeyiz ki.
Bazı insanlara bakıyorum da kendi mutluluklarından bütün dünyayı sorumlu tutuyorlar. Sanki doğmadan önce kendilerine söz verilmiş "aman ne olursun doğ, bütün dünya senin mutluluğun için çalışacak" falan denmiş sanırım. Bana böyle bir söz veren olmadı şahsen:) İşte bu insanlar sürekli her şeyden şikayet eden, bir türlü mutlu olmayı bilmeyen insanlar.
Önce şunu kabul etmeliyiz "her sabah uyandığınızda iki seçeneğiniz vardır. Mutlu olmak veya mutsuz olmak. Hangisini seçeceğiniz size bağlı ve hangisini seçerseniz seçin bu dünyanın umrunda değil". Yani kendi mutluluğunuzdan veya mutsuzluğunuzdan sadece ve sadece siz sorumlusunuz.


Blogger tarafından desteklenmektedir.