Şeyda Coşkun Doğum Yapmış

YAZAR : Salı, Mart 31, 2015
Şeyda Coşkun doğum yapmış. "Eeeee bize ne" diyebilirsiniz. Ama demeyin. Hiç olur mu bize ne?
ŞEYDA COŞKUN DOĞUM YAPTI 
Ünlülerin yaşam koçu Şeyda doğum yaptıktan 3 gün sonra yukarıdaki fotoğrafı paylaşmış. Görüldüğü üzere 3 gün önce doğum yapmış bir kadından çok spor yapan bir manken gibi görünüyor. İşte bu fotoğrafın sosyal medyada çok konuşulmuş ve fotoğrafın altına yapılan yorumlardan bazılarını paylaşmak istiyorum.


"-Ne çabuk ayaklanmışsınız! 

-Lohusalık sizlerde farklı demek ki... 

-Bizimkiler 40 gün kilodan yatıyor anlaşılan

-Ben 40 gün kendime gelemedim, nasıl bir şeydir bu!

-Perşembe günü doğurup, pazartesi fotoğraf paylaşan anca Şeyda Coşkun olurdu zaten..

-Olmaz öyle şey!"

ŞEYDA COŞKUN DOĞUM YAPTI 
Bence de "olmaz böyle bir şey" arkadaşlar. İlk bebeğimi doğurup 2 gün sonra hastaneden eve geldiğimde tartıldım ve sadece 5 kilo zayıfladığımı görünce yıkıldım resmen. Toplam 17 kilo aldığım düşünülürse 12 kilom kalmıştı:( Çocuk 3 kilo 50 gram doğmuştu. Bazı gıcık arkadaşlarım doğumdan sonra bana "aaa bir tane daha var galiba onu doğurmayı unutmuşsun" gibi saçma espiriler bile yaptılar. Yani normal bir insan evladı kadın,değil 3 gün sonra 40 gün sonra bile Şeyda gibi görünmez. Hayır sadece kendimden bilmiyorum. Doğumundan bir kaç gün sonra bir çok kadın gördüm. Aynı benim gibiydiler. Valla Şeyda gibi görmedim hiç. 
Peki böyle mi olmalı? Yani "doğurdum bitti hemen eski halime dönmeliyim" gibi bir stres mi olmalı hayatımızda? Niye yaaaa. Benim doğumdan sonra düşüncelerim, kaygılarım kendimden uzaklaşmış bebeğe yoğunlaşmıştı. Önceliğim o olmuştu vücudum değil. Rejim falan yapmayı hiç düşünemedim çünkü sütüm azdı. Bol bol yedim bebişimi doyurabilmek için. Ama emzirdiğim süreçte çok güzel de kilo verdim. Ama kilo vermek gibi kaygılarımı ötelemiştim. Önce bebeğim doysun, büyüsün, sonra kilo veririm" diye düşünmüştüm ki halen öyle düşünüyorum. 
Yapmayın hanımlar kendinize bunu. Kimsenin yapmasına da izin vermeyin ne olur.Kilo alacağım kaygısıyla hamilelik ve emzirme esnasında rejim yapmayın. Sağlıklı beslenin her zaman tabi ki ama kilo almamak için de kendinize ve bebeğinize eziyet etmeyin. Yani bir kadının en güzel zamanları, kadın olduğunu hissettiği en özel zamanlar hamilelik ve emzirme dönemi. Bu dönemi de estetik kaygılarla kendimize zehir etmenin ne alemi var. Tamam Şeyda Coşkun çok hoş görünüyor. Eeeee. Ne yapalım. Aferin. O hanımefendi bundan para kazanıyor. Biz her türlü güzeliz kızlar. Şimdilik bu kadar.

                                                                                             Sevgiler..................

Kocan Kadar Konuş

YAZAR : Pazartesi, Mart 30, 2015

Kocan Kadar Konuş

Merhabalar
Cumartesi günü "Kocan Kadar Konuş" filmine gittik. Gülmekten gözlerimizden yaş geldi. Kitabını okumamıştım ama konusunu biraz biliyordum. Okumayı düşünmüştüm ama son zamanlarda nedense sadece okumayı düşünüyorum. Bir türlü eyleme geçmiyor. Neyse ki filme çektiler daha da okumam:(
Filmin başrolü Efsun (Ezgi Mola) 30 yaşına gelmiş ve evlenmemiştir. Bu durum ailesinde derin bir üzüntü ve endişe yaratmaktadır. 20 yaşında ki yeğeni de nişanlanınca kendisi de çevresinin etkisinde kalarak evde kaldım tribine girer. Tam bu esnada lise aşkı Sinan'la bir gece kulübünde tesadüfen karşılaşır. Sinan'la görüşmeye başlarlar ama Efsun bu sefer ailede ki diğer kadınların taktiklerini uygulamaya çalışır ve sonrasında komik olaylar. Ezgi Mola çok iyi oynamış. Murat Yıldırım için yakışıklılığı ile ilgili olarak bir kaç kez "yıkılıyoooo" tanımı yaptılar ki kesinlikle bence de:) Ama çok fazla bir rolü yoktu Murat'ın. Ebru Cündübeyoğlu'nun bir sahnede "Türk kızının birinci vazifesi nedir?" diyerek Efsun'a verdiği ders çok güzeldi. Türk kadının birinci vazifesi "trip atmaktır" diyerek yaptığı trip taklitleri kesinlikle harikaydı. 
 
Filmden bir sahne. Sinan'ın eski sevgilisiyle karşılaştıkları sahne:)

Hamam da kına gecesi sahnesi. Hala yapılıyor mu böyle gelin hamamları. Güzel bir gelenek. Ben çocukken bir kez katılmıştım. Sonra hiç kimse yapmadı. Ben de yapmadım. Niye yaaaaa. Yapan olursa bekar kızlar beni de çağırın lütfen. Gözüm açık gitmeyeyim şu dünyadan.

 
Bu kitap kapağı. Film  de kahve falı sahnesiyle başlıyor zaten." 1.80-1.82 boylarında, anası, babası , hiç akrabası yok, çöpsüz üzüm bir çocukla evleneceksin"  diyor falcı kadın. Ezgi Mola da diyor ki:"yazık öksüz mü? Ama belki görümcem olsaydı ben sevecektim" . Falcı Teyze de "saçma saçma konuşma kız kim sevmiş görümcesini, görümce görümce severim seni görmeyince" diyor.

 




Ezgi Mola da çok güzeldi. Bu kırmızı elbisesi ve kuzeni "sidikli"nin düğünün de giydiği siyah elbiseyle harika görünüyordu.

En son filmden çok beğendiğim bir alıntıyla yazımı sonlandırayım. "Dolapta ki kıyma bile 4 günde bozulurken ,yıllar sonra bile bu duygular nasıl taze kalabiliyor Allahım".....
                                                                                            Sevgiler.........



 


Vücudumuzun Çalışma Saatleri

YAZAR : Pazar, Mart 29, 2015

Mavi Bir Öğlen:)

YAZAR : Cuma, Mart 27, 2015
Merhabalar
Bu gün ben blogger arkadaşım Mavianne'yle öğlen yemeğine gittim. Çok güzel bir gündü. Çok hoş bir bayan kendisi.Anlatacak ne çok şeyimiz varmış. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibiydi.Daha önce onun da yazarlarından olduğu kitabın lansmanında tanışmıştık ama o esnada çok yoğun olduğu için kendisiyle sohbet etme fırsatımız olamamıştı. O günden beri düşündüğümüz bir buluşmayı sonunda gerçekleştirdik.
O da bu yazısında buluşmamızdan bahsetmiş. Bakmak isterseniz: http://mavianne.blogspot.com.tr/2015/03/bloggerler-bulustu.html
Blog yazmaya başladığım ilk zamanlarda takip etmeye başlamıştım kendisini. Yazdıklarıma ilk yorum yazanlardan. Blog yazanlar bilirler yorumlar önemlidir. "Beni birileri okuyor, beğeniyor"dur. Motive eder insanı.O zamanlar özellikle önemliydi benim için. Yeniler, ilkler asla unutulmaz. Ben de "ahde vefa" kavramına çok önem veririm. Yani bir defa benim "ahde vefa" kapsamıma girdiyseniz çıkmanız pek mümkün değildir. Maviannem benim için öyle:)
Blog dünyasını çok sevdim ve katılmakta geç kaldığımı düşünüyorum. Yüz yüze görüşmesek bile bir çok arkadaşım oldu. Çok şeyler öğrendim. Ve bu gün ilk defa buradan biriyle görüştüm. Mavi gözleri ışıl ışıl parlayan güzel bir insan. Yazılarından dolayı zaten bildiğim, yakın hissettiğim. Azra Kohen'in Çi kitabını duymuşsunuzdur. Çi yaşam enerjisi demekmiş. Işıltı, pırıltı, yaşam enerjisi, pozitiflik , artık ismine ne derseniz deyin Fatma onlardan biri.
Öyle ince ki, gelirken onu hatırlamam için bana mavi bir hediye almış. Çok beğendim ve "ben niye düşünemedim ki" diye hayıflandım. Hediyeleşmeyi çok severim. Verdiği mesajı severim daha çok, hediyenin ne olduğu çok önemli değildir.
Teşekkürler arkadaşım. Teşekkürler blogger.com.

Seçmece

YAZAR : Perşembe, Mart 26, 2015

Ne kadar doğru değil mi?


 
İşte bu en sevdiğim karikatür. Çünkü merak ediyosun:)





Tehlikeli 3 mavi:)

Bilgeliğin Sessizliği

YAZAR : Perşembe, Mart 26, 2015

Kendini geliştirdikçe susmayı öğrenirsin. Bilgeliğin sessizliği gelir üzerine. Ne kadar az gelişmişsen o kadar savunmada kalır ve yaşadığını ispat etmeye çalışırsın dünyaya....
Tek soru aslında sen ne kadar inanırsın yaşadığına? İnanmıyorsan bunu kanıtlamaya çalışmak yorucudur. İspatlamak için dış yatırıma başlarsın. Görülme ihtiyacın artar. Kendi kendini takdir etmeyi unutur, kendinle bağını koparır ve dış takdir peşinde koşarsın. Sessizliğe tolere edemez, sessizlik anında ilk konuşmayı başlatan hep sen olursun.
Aslında tek ihtiyacın olan sessizlik ve kendinle baş başa kalmaktır.
Huzur içeride 

I Origins-Göz

YAZAR : Salı, Mart 24, 2015

Merhabalar
Cumartesi gecesi Türkçeye "Göz" olarak çevrilen "I Orıgıns" filmini izledim.
   Bir kaç blogta bununla ilgili yazılar okuduğumdan kafamda çok daha farklı ve güzel olarak canlandırmış olmalıyım ki bayaaa hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. Filmin konusu bilim-din karşılaştırılması, reenkarnasyon gibi bir şey. Ama beğenmedim. Başarısız olmuş. Mesela  film de bir aşk hikayesi var ama hiç etkileyici değil. Yani adam çok seviyormuş ama kız ölünce hemen asistanıyla kırıştırmaya başlıyor. Ne büyük aşk ama. Yani izleyiciye hissettirememişler.
   Aslında filmin konusu şöyle; Moleküler Biyoloji alanında doktora öğrencisi olan Ian Grey Cadılar Bayramında  bir partide sadece gözlerini gördüğü bir kıza aşık oluyor.Ancak Ian'ın bir özelliği var. Çocukluğundan beri insanların gözlerinin fotoğraflarını çekiyor. Kızın da gözlerinin fotoğrafını çekiyor ama kızı o geceden sonra görmüyor.Kızı her yerde aramaya başlıyor. Sonra buluyor tabi ki "arayan bulur". Kızın ismi Sofie. Kızın evine taşınıyor, hayat mutlu mesut devam ederken deneyler yaptığı laboratuvarına bir asistan kız başvuruyor. Kız Ian'ın aylardır üzerinde çalıştığı bir projeye yardım ediyor. Bu arada Ian  filmin başında retinanın kişiye özel, parmak izi gibi sadece kişiye has olduğunu ve dünyada yaşayan hiç bir insanın retinasının aynı olmadığını anlatıyor. Evlenmeye karar veriyorlar , başvuruya gittikleri gün "24 saat beklemeniz gerekiyor" diyorlar. Öyle bir kural varmış. Ama o gün Sofie ile Ian asansörde kaza geçiriyorlar ve Sofie ölüyor. Ian bir süre mahvoluyor ama sonra asistanıyla evleniyor. Bebekleri oluyor ve hastanede hemşire bir göz veri bankası kurulduğunu, yeni doğan bebeklerinin göz taramasını yaptırmak isteyip istemediklerini soruyor. Onlarda kabul ediyorlar ancak sistem tarama yapıldıktan sonra aynı retinaya sahip bir adamı gösteriyor. Bu adamın kim olduğunu araştırdıklarında bebeğin hamimleliğinden önce öldüğünü buluyorlar ve "göz dünyaya açılan ruhumuzun kapısıysa eğer aynı retinaya sahip insanlar aynı ruha sahipmidir?" sorusunu araştırmaya başlıyorlar ve bu araştırma sonucu Sofie'nin gözleriyle aynı retinaya sahip Hindistan'da bir kız çocuğu tespit ediyorlar ve Sofie'nin özelliklerini yazıp bir test oluşturuyorlar. Küçük kıza bu testi uyguluyorlar. Sonunu anlatmayayım. Zaten epey anlattım ama merak etmeyin izlediğinizde daha çok anlamanıza yarayacak anlattıklarım. Çünkü film  havada kalmış bence, yeterince açık değil. Yani senaryo güzel ama film pek güzel değil. Ama konusu ilginç yani gene olsa gene izlerdim. Tavsiye ederim aslında. İlginç şeyler seviyorsanız.
 Astrid Berges-Frisbey profil resmi Sofie Michael Pitt profil resmi Ian Brit Marling profil resmi Asistan Kız



  

İyi ki Doğdun Ezgim

YAZAR : Pazartesi, Mart 23, 2015
 
20 Mart prensesimin doğum günü. İyi ki doğdun prensesim. "Her annenin bir kızı olmalı" derdim. Çünkü anne-kız ilişkisi çok farklı oluyor. Erkek çocuk annesi olmakta güzel tabi ki. Çok şükür Allah ikisini de tattırdı. 

Küçük kızı olanlar bilirler Elsa'yı. Frozen çizgi filminin başrol oyuncusu Elsa. Kızım onu çok seviyor. Teyzeleri de Elsa Kostümü almışlar kızıma. Pelerinli falan. Havalara uçtu mutluluktan. Ben de Elsa'lı pasta yaptırdım. "Anneciğim çok mutlu oldum, en güzel doğum günüydü" dedi ve ben tüm yorgunluğumu unuttum. Annelik çocuğun mutlu olduğunda mutlu olmaktır:)

İyi ki varsınız aşklarım. Sizinle daha nice doğum günlerine ermek dileğiyle.
Çocuklarımı "dünyanın en güzelleri" diye seviyorum. Öz güven patlaması olan çocuklar olabilirler :) Ama açıklama da yapıyorum sonra." Bütün çocuklar anneleri için dünya güzelidirler" diyorum.
                                                                                                                          Sevgilerimle.......

Dün dün de kaldı Cancağızım

YAZAR : Pazartesi, Mart 23, 2015
Günaydın
Çok mutlu bir hafta olsun hepimize. Enerjik, pozitif, neşeli......
 

*'Saklamak değil, paylaşmak olsun özün
Eleştirmek değil, çözümü göstermek olsun sözün
Yıkmakta değil, yapmakta olsun gözün
Saldırmak değil, sarılmaktır çözüm. '

Osho



  
*Bu karikatür çok doğru bence.Yani ne gerek var. Geçmiş geçmişte kalmış. "Dün dün de kaldı cancağızım artık yeni şeyler söylemek lazım". Geçmişte ki sevgili iyi olsaydı şu an yanında o olurdu sen olmazdın öyle değil mi? Sevgililerinin eski sevgililerini kafaya takanlar için diyorum bunu. Bu gününüzü zehir etmeyin. Bilmemek mutluluktur. Sormazsanız bilmezsiniz. Ha aynı şekilde anlatmamalı da insan. Yaşadığımız her ilişki şu an olduğumuz kişiye dönüşmemizi sağlar.Bu açıdan bakıp öğrenmemiz gerekenleri öğrenmeli hayatımıza devam etmeliyiz.
Sevgiyle kalın..... 

Yeni Nesil Neden Böyle

YAZAR : Perşembe, Mart 19, 2015
 
Merhabalar 
   Yukarıda ki görsele çok güldüm ama haksızda sayılmazlar öyle değil mi?  
    Televizyonun hayatımızda ki etkisini tam anlayabilseydik eğer çocuklarımızı hastalıktan,tehlikelerden korur gibi  ondan korurduk diye düşünüyorum. 
    Çocuk TV karşısında sessiz kalıyor , bizden bir şey istemiyor biz de rahatça işimizi yapabiliyoruz, işimize geliyor. Ama lütfen bir gün sessizce yanına oturup ne izlediğini kontrol edin. İzlediklerinin görünenin dışında verilen mesajları gözlemleyin. Biz yetişkinler bunları fark edebiliriz ama çocuklar bilincinde olmadan o mesajları alıp doğru kabul edebiliyorlar.Sonrasın da "bu çocuk bunu nerden öğrendi" gibi cümleler kuruyoruz. 
   Yani hiç mi TV izletmeyelim çocuklarımıza? Tabi ki hayır. Ama seçin, eleyin öyle izletin. Mesela Disney Chanell diye bir kanal var. Bir gün kızım izlerken ben de yanında oturuyordum. Bir süre sonra verilen mesajlara dayanamadım "zenginsen değerlisin, zengin ve popüler olmak için ne gerekiyorsa yap, arkadaşlarını sat, üç kağıtçılık yap, kendi menfaatin söz konusuysa her şeyi yapabilirsin" Yanında oturduğum 1 saatte program değişti ama mesajlar değişmedi. İşte bunlar hep kapitalist sistemin oyunları:)
   Çocuklarımızı hasta olmaktan koruduğumuz gibi televizyondaki zararlı içerikten de korumalıyız. Biraz daha farkında olursak yapabiliriz.
                                                                           Sevgiler............

Animasyon Filmlerden Alıntılar

YAZAR : Salı, Mart 17, 2015

* Sindrella filmiyle ilgili paylaşmak istediğim bir bölüm vardı, dün unutmuşum. Meşhur ayakkabıyı denemesi için Sindrella tavan arasında ki odasından aşağıya inerken iyilik perisi diyor ki " Sindrella Prensin onu olduğu gibi kabul edip etmeyeceğinden korkuyordu, hepimizin korktuğu bu değil midir? olduğumuz gibi sevilmemek".

 

* Robotlar isminde bir film vardı oğlum küçükken, yıllar önce seyretmiştik. Arda küçükken yeni çıkan animasyon filmi hemen alır ailecek izlerdik. Çok zevkli oluyordu. Robotlar filminde de şöyle bir sahne vardı: "Genç Robot yönetimi ele geçirmişti, yönetim kurulu toplantısı yaparken "robotlara yeni yedek parçalar satmalıyız, onlara oldukları gibi güzel olduklarını söylersek satış yapamayız. "Daha yeni son model parçalarımızdan alın,daha güzel,daha genç görünün" demeli ve onları inandırmalıyız". Şu an ki dünya sisteminin özeti gibi.
Bazı çizgi filmler diğer filmlerden daha anlamlı. Verdiği mesajlar daha güzel.

*Ayı Kardeş filmi de en sevdiklerimden. Nasıl bir dostluk , vefa, fedakarlık hikayesi. İzlediniz mi bilmiyorum ama mesajları çok iyiydi. Yani gönül rahatlığınla çocuklarınıza izletebilirsiniz. Konusundan biraz bahsetmem gerekirse, Kızılderili bir çocuk anne ayıyı öldürüyor.Bir sihirle ayıya dönüşüyor.Sonra yavru ayı annesini bulmak için ondan yardım istiyor.Annesinin öldüğünü söyleyemiyor ve birlikte annesini arıyorlar. Bu arama yolculuğunda yaşadıkları, öğrendikleri şeyler filmin hikayesi.Tavsiye olunur yani:)


Mutlu Olmanın Şartı Başarılı Olmak mıdır?

YAZAR : Pazar, Mart 15, 2015

Selamlar
Bu gün Üniversite Sınavı münasebetiyle özellikle sınava girenler ve aileleri olmak üzere aşağıda paylaştığım röportajı okuyup farklı bir bakış açısından bakabilmeleri için bu yazıyı paylaşıyorum. Herkese başarılar tabiki ama "mutlu olmanın şartı başarılı olmak mıdır?".
André Stern

Niçin Okula Gitmedim?

Besteci, yazar, beş dil dilen bir özgür eğitim uzmanı… André Stern, bu sıfatları bir gün bile okula gitmeden edinmiş.
Kendisi ile yapılan bu röportaj eğitim hakkında doğru kabul ettiklerimizi tekrar sorgulamamız için bir fırsat olabilir….
Neden okula gitmediniz?
Anne ve babam, kız kardeşimi, beni ve diğer çocukları gözlemlemişler. Sonunda, her çocuğun dünyaya gelirken ihtiyaç duyduğu her şeyi de beraberinde getirdiğine karar vermişler. 40 sene önce beyinle ilgili bilimsel çalışmalar bu kadar ilerlememişti. Ancak bugün yapılan çalışmalar gösteriyor ki, doğarken oyun oynama içgüdülerini ve yaratıcılıklarını da yanlarında getiriyorlar. Yani oyun oynamak aslında öğrenmekle eşdeğer. Ailemin hayata ve bize olan güvenleri tamdı. Benimle ve kardeşimle ilgili geleceğe yönelik beklenti ve korkular geliştirmemişlerdi. Dolayısıyla bilgi ve meslek sahibi olabilmek için okula gitmenin tek yol olmadığını biliyorlardı. Her ikisi de çok mutlu ve başarılı öğrencilik yılları geçirmiş olmalarına rağmen kız kardeşim ve benim için okulsuz eğitimi uygun gördüler.

Fransa ‘da yaşıyor olmanızın da bunda katkısı var sanırım.

Evet, tabii ki… Başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde okula gitme zorunluluğu yok. ABD gibi bazı ülkelerde ise okula gitmek istemeyenler için evde öğrenim zorunluluğu var. Yani, yine ne öğreneceğinize, nasıl öğreneceğinize, ne kadar zamanda öğreneceğinize başkaları karar veriyor. Fransa bu konuda tamamen özgür. Ama birçok Fransız ailenin bundan henüz haberi yok.
Anne ve babanızın çocukları gözlemlediğini söylediniz. Bunu nasıl yapmışlar?
Babam pedagog. Paris’te ‘Kapalı Mekân’ adını verdiği bir resim atölyesi var. Küçük çocuklarla çalışıyor. Annem ise ilkokul öğretmeniydi. Mesleğini yaparken çocukların okulda doğallıklarını kaybettiklerini, yeteneklerinin sınırlar içinde kaldığını görmüş. Bu nedenle aslında çok sevmesine rağmen mesleğini bırakmış. Benim ve kardeşimin gelişimini takip etmek ve bizimle bolca vakit geçirme isteği de kararında etkili olmuş.
Okuma yazmayı ne zaman öğrendiğiniz?
Üç yaşımda harfleri ve sesleri birleştirmeye başlamışım. Gazeteler ilgimi çekiyordu, bu sayede sesleri birleştirerek hecelemeyi öğrendim. Ailem sadece sorduğum sorulara cevap veriyordu. Tam anlamıyla okuma yazmaya ise dokuz yaşımda başladım.André Stern
Yedi yaşındaki çocuğu okumayı sökemedi diye paniğe kapılabilecek birçok insan tanıyorum.
Benim ailem için çok doğal bir süreçti. Bir gün kendiliğinden olacağını biliyorlardı. Bu nedenle üzerimde zaman baskısı yoktu. Zaten bütün çocukların yedi yaşında okuma yazma öğreneceğine kim karar veriyor? Doğal bir süreci kimse hızlandıramaz. Bir tırtılı eline alıp çekersen daha çabuk büyümez, ölür.
Peki, evde nasıl zaman geçiriyordunuz?
Gerçek anlamda mutlu bir çocukluk geçirdim. Oyun oynayarak ve neye ilgi duyuyorsam, beni ne heyecanlandırıyorsa onunla meşgul olarak… Dört yaşımda gitarla oynamaya başladım, sonrasında gitar dersleri aldım. Yanlış anlaşılmasın diye eklemeliyim ki, bizim evimizde de, kurallarımız ve ritüellerimiz vardı. En sevdiğim şey, Legolarla oynamaktı. Haftada bir gün babamın resim atölyesinde resim yapardım, amcamdan bilgisayar öğrendim, İngiliz bir arkadaşımdan ise cebir… Kuzenimle beraber dans dersleri aldım. Stressiz, zaman ve öğrenme baskısı olmadan, iyi notlar almak için savaşmak zorunda kalmadan, öğrendiğimin farkına varmadan yaşayarak, tutkuyla öğreniyordum. Bakır işçiliğine merak saldığımda, bakır ve seramik tutkunu olan ailem bir ustayla temasa geçtiler. Kaybolmaya yüz tutmuş bir el sanatıydı bu. 11 yaşımda Guy isimli ustamın atölyesinde kurslar almaya başladım. Coşkuyla, heyecanla çekicin çıkardığı sesi dinleyerek… Bakır konusundaki eğitimim üç sene sürdü. 18 yaşımda babamın anadili olan Almancayı öğrenmeye başladım. Babamın hediye ettiği bir Almanca öğrenme programıyla günde altı saat çalışarak altı ayda bu dili söktüm. Bunu yaparken kimse yanıma gelip “Almanca bitti, şimdi matematik zamanı” demiyordu. Fotoğrafçılığı ise kitaplardan ve yine bir ustanın kurslarından öğrendim.

Zengin bir aileydiniz herhalde? Bir dolu hoca ve ders saydınız çünkü…

Hayır, zengin değildik. Sadece önceliklerimiz farklıydı. Simco marka arabamızı parçaları birbirinden ayrılıncaya kadar kullandık örneğin. Hayatımızı okul zamanı, tatil zamanı, iş hayatı, özel hayat, hafta içi hafta sonu gibi parçalara ayırmadığımızdan, dinlenmek için pahalı seyahatlere de ihtiyaç duymuyorduk. Örneğin, hiçbir zaman televizyonumuz olmadığı için yeni modeli çıktığında değiştirmek zorunda kalmıyorduk. Giyim modası da takip ettiğimiz bir şey değildi.André Stern
Bunca eğitime rağmen hiç diplomanız yok değil mi?
Tabii ki yok. Bugüne kadar yaptığım işler için de diploma göstermem gerekmedi zaten. Diplomam olmadığı, ama aynı zamanda okuryazar olduğum için askerlik de yapmadım. Askerlik için form doldurmam gerektiğinde önümdeki kâğıtta beş kutucukla karşılaştım. Yanlarında yüksekokul, lise, meslek okulu gibi sınıflandırmalar vardı. En alttaki kutucukta ise ‘okuryazar değil’ ibaresi vardı. Bunların hiçbirine uymadığımı söylediğimde, beni bir sınava tâbi tuttular. Üstün başarı ile geçmeme inanamadılar. Çünkü onlara göre bir insan okula gitmediyse bu kadar çok şey bilemezdi, eğer biliyorsa akıl dengesi yerinde olamazdı. Psikolojik bir rahatsızlığım olduğuna karar verdiler. Ve askerlik yapmak zorunda kalmadım.
Gelelim el yapımı gitar ustalığına…
22 yaşımdayken şimdiki ortağım ve en iyi dostum Werner’i buldum. Gitar yapmak istiyordum. “Bu işi bana öğretebilir misin” diye sorduğumda bana şu cevabı verdi; “Sana sadece ne yaptığımı gösterebilirim ama öğretemem.” Ustamı bulmuştum. 20 yıldır Werner ile beraberiz.
Geçtiğimiz yaz Türkiye’de öğretmen bir çifte hikâyenizden bahsettim. Korku dolu bir tepkiyle karşılaştım. Benimse kitabınızı okuduktan sonra gözümün önünde farklı pencereler açıldı. Hayata ve çocuklarıma karşı farklı bakış açıları geliştirdim. Siz nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Bir konunun altını çizmeliyim öncelikle! Ben okul düşmanı, sistem karşıtı bir insan değilim kesinlikle. Tam tersi, eğitimcilerle çalışmak işimin bir parçası. Birlikte seminerler veriyoruz. İkincisi, benim hikâyem bir ‘metot’ da değil. Sadece şunu söylemek istiyorum; ben alışılagelen bir yolun dışında yürüdüm ve mutluyum. Birçok insan başarıyla mutluluğu aynı kefeye koyuyor. Başarıya ulaşmak için de zorlanmamız, mücadele etmemiz, bunun için birçok ciddi ve önemli sınavdan geçmemiz, yarışmamız, kıyaslanmamız gerektiği düşünülüyor. Benim hayatım bunun tersini anlatıyor. Hiçbir şeyi elde etmek için mücadele etmem gerekmedi. Hayata güvenip korkularımızdan kurtulduğumuzda mutlu olacağımızı düşünüyorum. Bir çocuğu gerçek hayata hazırlamak diye bir kavram var. Benim ailemin beni hayata hazırlaması gerekmedi çünkü hayatın tam içinde yaşıyordum. Sorunuza gelince anlattıklarıma birçok farklı tepki alıyorum. Üstün yetenekli bir çocuk olup olmadığımı soranlar var. Kesinlikle değildim. Gerçekten çok normal, diğerleri gibi bir çocuktum. Sadece bana güvenen, beni yönlendirmeden destek veren bir ailem vardı. Bilimsel araştırmalar, okullarda aynı yaş grubundalar diye çocukları bir sınıfta toplamanın doğru olmadığını ispatladı artık. Çocukların gelişimleri, ilgi alanları, yetenekleri, heyecanları aynı değil çünkü. Ama kimileri için bunu düşünebilmek bile imkânsız. Eski alışkanlıklarına o kadar tutkuyla bağlılar ki!
Son olarak okullarda bunalan çocuklara ne söylemek istersiniz?
En önemlisi hayatta onları heyecanlandıran konuları bulmalarını öneririm. “Hangi konuda kötüyüm, nasıl daha iyi olabilirim” yerine, “hangi konuda iyiyim, nasıl daha da iyi olabilirim” sorularının cevaplarını araştırsınlar. Aynı alanlarda birbirleriyle yarışmaktansa farklı alanlardaki becerilerini ortaya çıkarmaya çalışsınlar.
Röportajı yapan: Şebnem Işıl GÜLER (tempomag)
Dünyalılar(dunyalilar.org sitesinden alıntıdır).
 

Hayatımızın Altı Belki Üstünden İyidir

YAZAR : Perşembe, Mart 12, 2015

  

*Elif Şafak'ın "Aşk" kitabında Şems'in sözleri arasında yer alıyordu bu söz: "Hayatının alt üst olmasından korkma! Ne biliyorsun belki altı üstünden iyidir" . 

                                                           **********************

*"Apple'dan kovulmak, hayatımda başıma gelen en iyi şeydi. Başarılı olmanın ağırlığı, yeni başlayanın hafifliğiyle yer değiştirdi. Hayatımın en yaratıcı dönemlerinden birine girmemi sağladı." Steve Jobs

 **********************

*İşte Steve Jobs'un  sevdiğim başka bir sözü: "İleriye bakarak noktaları birleştiremezsiniz; bunu sadece geriye bakarak yapabilirsiniz. Bu yüzden noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine güvenmelisiniz. İster kader deyin, ister karma - Bir şeye güvenmelisiniz. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmadı. Hayatımın değişmesi buna bağlıydı."

 **********************

*Elveda diyecek kadar cesursan, hayat seni yeni bir merhaba ile ödüllendirir. Paulo Cohelho

     **********************
Kıssadan Hisse:
Yani ne yapacakmışız arkadaşlar? Değişimden korkmayacakmışız.
Yaşadığımız her şey bizim gelişmemiz içinmiş ve bunu şu an anlamasakta ileride mutlaka anlayacakmışız:) 
*Hayat bu ne getirirse yaşanacak işimiz bu çünkü yaşamak. Ama memnun ama şikayet ederek ama direnerek. Seçim bizim:)
Sevgiyle kalın......

Kadınlar Günü Next Level AVM

YAZAR : Salı, Mart 10, 2015
Merhabalar
8 Mart Kadınlar Günü sebebiyle Next Level Avm'ye Nebahat Çehre, Kürşat Başar ve Oylum Talu geldiler. Küçük bir söyleşi gerçekleştirdiler. Nebahat Çehre'den gözlerimi alamadım. Yanımda oturan bayana "hala ne kadar güzel değil mi? hiç kırışığı bile yok" dedim. Oda bana dedi ki: "Ben ilkokula giderken "Şoför Nebahat" filmini izlemiştim. Ben şu an 65 yaşındayım, düşün artık kendisi en az 72 yaşında". Resmen dudağım uçukladı çünkü 40 yaşındayım dese kesinlikle herkes inanır bir görünüşü var. Acayip zayıf. Bu kadar zayıf olduğunu bilmiyordum şahsen ve çok kıskandım . Yani "hiç mi yemiyorsun be kadın bu yaşta bu kadar güzel bir vücut" dedim içten içe büyüyen kıskançlıkla:) Tabi sordular formunun sırrını. Hiç spor yapmadığını söyledi. Ama haksızlık bu!
Sonra üzerinde ki kıyafete bayıldım. Nasıl zarif, nasıl şık. İzleyiciler ayağa kalkıp göstermesini istediler. Oda kalktı ve alkış koptu. Çok beğendiler sanırsam:)
 
Kürşat Başar'ı çok severim. Kitaplarının hepsini okudum. Söyleşi sırasında kadına şiddetten bahsettiler tabi doğal olarak. Kürşat Başar Amerika'da küfürün yasak olduğu bir yerden bahsetti. "Çünkü tüm küfürler kadına ve eş cinsellere hakaret içeriyor" dedi. Ve çok katıldığım bir cümle söyledi "şiddet uygulayan erkek toplum içinde hiç yargılanmadan rahatça yaşayabiliyor, insanlar ona karşı tavır koymalılar. Hiç bir şey olmamış gibi davranılırsa adam da yaptığının normal olduğunu sanıp aynen devam ediyor" dedi. Ben de kesinlikle katılıyorum. Sessiz kalmak suça ortak olmaktır bence. Bu konuyla ilgili çok sevdiğim bir cümle var: "Dünya çok acı çekiyor Ama bu kötü insanların şiddetinden dolayı değil. İyi insanların sessiz kalmasından dolayı".

 
Oylum Talu kadınlara dövüş sporlarının belediyeler yada devlet tarafından ücretsiz öğretildiği noktalar olması fikrini söyledi ama çoğu insan bunun bir çözüm olmadığını çünkü saldırganların genelde silahlı yada bıçaklı olduğunu söylediler.
Kadınlarla ilgili bir dernekte vardı söyleşide. Hepsi beyaz giymişler, pembe fular veya kolye takmışlardı. Çok hoştular hepsi. Onlardan birisi Nebahat Çehre'nin "kadın" kelimesini kullanmasını eleştirdi ve cinsiyetlere ayırmanın yanlış olduğunu söyleyerek özellikle medyatik kişilerin bunu yapmasının doğru olmadığını söyledi. Birazcık gerginlik oldu gibi sanki ortamda. Sonrasında şarkıcı bir bayan "şiddet görmüyorsanız şükredin, kadınsanız şarkı söyleyin" diyerek herkesi şarkı söylemeye davet etti. Müzikle tatlıya bağlandı yaniiii. 
Burada paylaşmak için daha güzel fotoğraflar çekmeye çalıştım. Aslında çektiğimi de sanıyordum ama şimdi koymaya kalkınca bi güzel foto bulamadım ya ben. Bu konuda çalışmalıyım. Size daha güzel görseller sunacağım , söz.
                                                                                                   SEVGİLERİMLE..........

Yalnız ölmek, Umca

YAZAR : Cuma, Mart 06, 2015
* Geçenlerde gazetede bir haber okudum. Bir kadın 5 yıl önce evinde ölmüş ama tam 5 yıl sonra fark edilmiş. Kadının 9 tane kardeşi varmış. Aslında telefonla aramışlarmış ama ulaşamayınca önemsememişler. Ve kadının öldüğü nasıl fark edilmiş biliyor musunuz? Bankada otomatik ödeme talimatı verdiği faturaları ödenmeyince. Yani kadının 5 yıllık parası varmış bankada. Faturalar ödenmeyince fark edilmiş. Ne acı! Evine haciz için gelen memurlar bulmuş cesedini. Bazen diyorum ki meraklı komşular, "nerdeydin kimleydin" diye soran seni merak eden akrabalar, arkadaşlar zaman zaman canımızı sıksa da iyi bişeymiş.

*Son zamanlarda havaların değişmesinden dolayı sanırım çocuklarım hep hasta oluyorlar. Geçen hafta Diş Doktoruma gittim. Sekreteriyle sohbet ederken bana "umca" diye bir ilaç önerdi. Vücut direncini arttırıp soğuk algınlığının semptomik sıkıntılarını(yani geniz akıntısı, burun akıntısı, gözlerde sulanma vb.... gibi) ortadan kaldırarak halsizliğe iyi geliyormuş. Çocuklarım hasta olduğunda hemen antibiyotiğe başlamak istemiyorum. Zaten son zamanlarda doktorlar da "ateşi izleyelim 4 gün devam ederse , geçmezse antibiyotik başlayalım" diyorlar. Bende grip gibi olmuştum bir türlü iyileşemiyordum. Ailecek umca'nın çok faydasını gördük. Kesinlikle tavsiye ederim.
* Bu arada aynı Diş Doktorumun Sekreteri arkadaşım en son gittiğimde "başım ağrıyor Filiz, son 2-3 menstural dönemde baş ağrısı çekmeye başladım" dediğimde bana ne dedi biliyor musunuz? "Sende kansızlık vardır o zaman Kadriye bir kan değerlerine baktır" dedi ve bende tahlil yaptırdım. İnanır mısınız demir eksikliği anemisi varmış:) En son gittiğimde "Kız Filiz sen doktor kadar olmuşsun Allah canımı alsın:)" dedim kendisine. İnsanlarla sohbet etmenin hep yararını görmüşümdür. İnsan insanın şifasıdır arkadaşlar.
*Bir hafta daha bitti. Bu gün o sevgili gün, cuma. 2 gün özgürüz arkadaşlar. İstediğimiz saatte uyanabiliriz. Çok güzel bir hafta sonu geçirerek yeni haftaya bomba gibi başlamanız dileklerimle
                                                                                                                Sevgiler........

Yıllar Önceki Bana Mektup

YAZAR : Çarşamba, Mart 04, 2015

Merhaba
Yıllar önceki kendinize bir şeyler söyleyebilseydiniz ne derdiniz?
Benim ilk aklıma gelen şey "Sabırlı ol, her şey olacağına varıyor ve hiç bir şey sonsuza kadar sürmüyor. Hiç bir acı, hiç bir zevk, hiç bir şey. " Bunu şimdi biliyorum ama 20'li yaşlarımda da bilmek isterdim. o zamanlarda üzüldüğümde hiç bitmeyecek sanırdım. En büyük acıyı ben çekiyorum ya da en mutlu benim, daha fazla mutlu olunamaz gibi büyük yaşardım herşeyi. Gençken insan kendisini çok fazla önemsiyor. Dünyayı değiştirebilirim falan sanıyor? Heralde sakin olmamı söylerdim kendime.
Siz ne derdiniz? Düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Çocuğunuza Oyuncak Alırken

YAZAR : Pazartesi, Mart 02, 2015

Merhabalar
Bu yazıyı görünce sizinle paylaşmak istedim. Yaşadıklarımdan öğrendiklerimi sizlerle paylaşayım dedim bu yazı vesilesiyle. Şimdi "çalışan annenin suçluluk duygusu" diye bir duygu var ki bunu yaşamayan yoktur bence. Az ya da çok farkında olarak ve ya olmayarak yaşar her çalışan anne. Bu suçluluk duygusunu yenmenin yolunun çocuğun her istediğini yapmak, her istediğini almak, hiç hayır dememek  olmadığını kabul etmeliyiz önce. Çünkü her istediğini alarak, hiç hayır demeyerek çocuğa iyilik değil kötülük yaparız. Tatminsiz mutsuz çocuklar yetiştiririz. Alma gücümüz olsa bile almayarak , çocuğu istediği şeye sahip olmak için bekleme, sabretme gibi duyguları öğretiriz. Hatta ben hak etme duygusunu da öğrenmesi gerektiği kanaatindeyim. Ödül olmalı. Hayatta böyle değil mi zaten? Karşılıksız hiç bir şey olmuyor. 
Çocuk yaptığı şeylerin sorumluluğunu yaşamalı. "Ben böyle yaparsam şöyle sonuçları oluyor" diyebilmeli. Hayat böyle öğretilir çünkü. Beni ailem korumacı büyütmüş. Çok şımartmış. Ailemden ayrılıp ilk defa yalnız kaldığımda bu yüzden çok bocalamıştım. Her şeyi benim yerime düşünmüşler mesela. Hiç bir şeyi düşünmek zorunda kalmamışım. Ne istersem almışlar ve bu yüzden malın ve ya paranın değerini anlayamamışım. Evde öğrenmeyince sonrasında öğrenmek hem çok acı hem de maliyetli oluyor. Çalışmaya başlayıp kendi param olduğunda bile kredi kartlarımı ödeyemediğimde "baba para " derdim. Zavallı babacığım da ne yapar eder öderdi borçlarımı. Aslında ödemesemiydi daha iyiydi bilmiyorum. Belki zor durumda kalır para harcamayı öğrenirdim. Birisine yardım ettiğinizde o kişinin o olaydan alacağı dersi öğrenmesine engel oluyorsunuz. Yardım etmek böyle zamanlarda karşındakine zarar vermek oluyor. Hayat o dersi ona öğretene kadar durmadan aynı şeyleri yaşatıyor ve belki çok daha kötü şekilde öğretiyor. Çocuğumuza da yaptığımız bu oluyor malesef. Yani onun iyiliğini düşündüğümüzü sandığımızda bilmeden gelişimine engel oluyoruz. 
Yani almayın kardeşim çocuklara her istediklerini. Hayır diyebilin. Onun için, onun iyiliği için.
Sevgiler.... 

Kitap Fuarı - ATO Congresium

YAZAR : Pazartesi, Mart 02, 2015
Merhabalar
Uzun zamandır gitmek istediğim Kitap Fuarı'na dün nihayet gidebildim. Çok kalabalıktı. Hatta girişte sıra vardı. Oğlum espiri bile yaptı bu konuda "Anne Türkiye kitap okuyor" dedi:) Annemi terminale bıraktıktan sonra yanlışlıkla Eskişehir Yoluna dönünce Ato Congresium'un önünden geçtik. Çocuklara "kitap fuarına gidelim mi çocuklar" dedim. Coşkuyla evet dediler. Onların kitap sevmesi beni çok mutlu ediyor. Saatlerce dolaştık fuarda. Bir sürü kitap satın aldık. Fuara özel tüm kitaplarda indirim vardı. 
 
Sahaflar Sokağı çok güzeldi. Eski kitaplar, dergiler , nostalji. 





 
Fuarın her köşesinde yazarlar kitaplarını imzalıyorlardı. İlker BAŞBUĞ, Doğan CÜCELOĞLU, Yalçın Küçük, Atilla  TAŞ.... aklıma gelen birkaç yazar. Bu arada "Subliminal A.Ş. "  kitabı aldım ve yazarına imzalattım. İlk defa imzalı bir kitabım oldu. Çok merak ettiğim bir kitaptı okuyunca bahsederim sizlere de.
                                                                                                                 Şimdilik Hoşçakalın.

Blogger tarafından desteklenmektedir.