5 Youtube Kanalı Önerisi

YAZAR : Pazartesi, Temmuz 29, 2019

barış özcan ile ilgili görsel sonucu

1.Barış ÖZCAN
Barış Özcan'ı hala bilmeyen, tanımayan var mı ki? Varsa artık benim önerimden sonra bari bir bakın. Kesin beğenirsiniz. Anlatım tarzı, ses tonu, diksiyonunun çok iyi olması yanında seçtiği konular ve o konuyla ilgili çok iyi araştırma yapması bence onu zirveye taşıyor. Yani videolarını izlerken eğlenerek öğreniyorsunuz, sıkılmıyorsunuz, ufkunuz genişliyor ve hiç düşünmediğiniz açılardan bakmayı öğreniyorsunuz.Şu an itibariyle Youtube kanalının 3,1 milyon abonesi var.

başak kablan ile ilgili görsel sonucu

2.Başak KABLAN
Bu kızı çok seviyorum. Bıcır bıcır, dobra ve meraklı. Nasıl keşfettiğimi bilmiyorum ama hep bakıyorum "Başak bir şey paylaşmış mı?" diye. Hatta Ankara'ya kitap fuarına gelmişti bir kaç ay önce sırf onu görmek için gittim o gün fuara. Tanıştık , zaten tanıyor gibiydim ben onu, aynı videolarında ki gibiydi. Başak nelerden bahsediyor? niye öneriyorum onu söyleyeyim. Üniversiteyi bitirdikten sonra garsonluk ve hosteslik yapmış , reklam ajansında çalışmış, insanlara buralarda ki tecrübelerini, öğrendiklerini anlatıyor. Film, dizi ve belgeseller izliyor onları anlatıyor. Kitap tavsiyeleri veriyor. Bunları eğlenceli bir şekilde yapıyor. Yaşam kanalı diyebiliriz kendisine. Ama daha çok insanın kendini geliştirmesine odaklanmış. Başak'ı seviyorum, siz de seversiniz diye umuyorum, daha öncede yazmıştım onun hakkında ama önerileri bir araya getirince ondan bahsetmesem olmazdı:) Bahsettiği filmlere , kitaplara ve kişilere mutlaka bakarım.
Youtube kanlı takipçi sayısı: 344 bin.

rüzgar mira okan youtube ile ilgili görsel sonucu

3. Rüzgar Mira OKAN
Rüzgar Hanım'ı yeni keşfettim sayılır, aslında 1 yıl olmuş, geçen yaz ilk videosunu izlediğimi hatırlıyorum. İlk izlediğim videosu "Kişisel Marka Nasıl Olunur?" videosuydu yanılmıyorsam. Kendisi kendini eğitimci olarak tanımlıyor. Firmalara danışmanlık ve eğitim hizmeti veriyor. Onun hakkında da daha önce yazmıştım. İnsan kendisi için faydalı olduğunu düşündüğü şeyleri paylaşmak istiyor. Rüzgar Mira OKAN'ın kanalı da bence çok faydalı bilgiler veriyor. İmaj Danışmanlığı, İngilizce Nasıl Öğrenilir, Kendin Olmak, Sabah 5'ta Nasıl Kalkılır? ,Korkma Küçüğüm bazı videolarının isimleri. Çok iyi motive edici videoları var. Bir türü yaşam koçu gibi diyebiliriz.
Youtube kanlı takipçi sayısı: 101 bin.

livealive youtube ile ilgili görsel sonucu

4.Livealive - Sinan ERGİN
İşte bir motivasyon kanalı daha. Satış ve ikna ile ilgili gibi görünse de bu kanal bence psikoloji ve iletişim kanalı. Satış yapmayı anlatıyor temel olarak ama anlattıklarıyla ilişkilerinizi de yönlendirebilirsiniz. Zaten her gün kendimizin bir şekilde reklamını yapıyoruz , ikna etmek için çabalıyoruz. Sinan ERGİN de bir eğitimci ve zaman zaman eğitimlerinden kesitler koyuyor kanalına.
Youtube Abone Sayısı:46- bin 

CÜNEYT ÖZDEMİR youtube ile ilgili görsel sonucu

5. Cünet ÖZDEMİR

Son 1 aydır neredeyse tüm videolarını izledim. Yine Başak Kablan mı tavsiye etmişti sanki. Yani Cüneyt Özdemir'i hepimiz biliyoruz tabi ki ama ben youtube kanalını hiç bilmiyordum. Ne anlatıyor kanalında derseniz gündemle ilgili yorumlar, aklına esenler , Amerika'da ki hayatıyla ilgili şeyler vb.... Sanki karşınızda sizinle sohbet ediyor gibi anlatıyor. Tek eleştirdiğim nokta espiri yapıp kendisinin o kadar gülmesi. Yani gülmese daha iyi sanki:) Neyse an itibariyle youtube abonesi 698 bin.

Sizin önerecekleriniz var mı? İnsana bir şeyler veren kanalları bir birimize tavsiye edebiliriz. Bilgi paylaştıkça çoğalır.

Nostaljik Pazartesi- Bir Kadından Diğer Kadına Mektup

YAZAR : Pazartesi, Temmuz 22, 2019
Nostaljik Pazartesi'yi yapan bir Handan bir de ben kaldım sanırım. Nostaljik Pazartesi nedir derseniz, eski yazılarımızdan birini paylaşıp nostalji yapmak demek:) 

DİDEM ARSLANTÜRK ile ilgili görsel sonucu
"Yaklaşık 1 milyon kez okunmuş Didem Arslantürk'ün güzel bir yazısını sizinle paylaşmak istiyorum" Didem Arslantürk İlişki ve Yaşam Koçu.
----------------------------
Bir Kadından, Diğer Kadına Mektup

"Bir liste var önümde; yıllar sonra edindiğim. Senin bir kenara not düştüklerin gibi; bunlar da benim biriktirdiklerim. İster altına ekle, ister kendininkilere kat. İster dikkate al, ister kaldır at.

1) KARİYERİNİ KIZLIK SOYADINLA YAP

Şimdi toz pembe, biliyorum; öyle oluyor başta. Ortalarda da idare ediyor hatta. Ama gün geliyor; "kocanın soyadı ile" tanındığını fark ediyorsun. Boşanma aşamasına geldiğinde, yeni bir SEN inşa etmek zorunda kalıyorsun. İş hayatında o güne kadar yaptığın her şey - eğer kocan, mahkeme kararıyla onun soyadını taşımana izin vermezse - alt üst oluyor. Hem, ne gerek var ki "izne" vs'ye? Adınla soyadınla, şânınla yürü. Kalıcı olan SENsin.. senin emeklerin.

2) ÇALIŞ. SAKIN DURMA

Kocan sana diyecek ki "Yahu ne gerek var, ben para kazanıyorum zaten. Sen tadını çıkar evdeki hayatın. Çocuğuna bak, günlere git, spor yap, mutfakta oyalan, alışverişe falan çık, devril yat, takıl istediğin gibi." Tatlı gelecek, kolay gelecek, işine gelecek belki. Yapma. Kendini geliştirmeyi, kendine yatırım yapmayı bırakma. Yeteneklerine yönel, hayallerini unutma. Oku, çalış, üret. Seçimlerinin; bir zaman sonra "bir başına ve ayakta isen", anlamı olacak.

feminizm ile ilgili görsel sonucu

3) KENDİ ÖLÇÜNÜ KENDİN AL

Sana "o kadar güçlü değilsin" diyecekler. "Sen başaramazsın" yaftasını yapıştıracaklar. "Bu da nereden çıktı", "ulaşabileceğin hayaller kur" falan diye de yumurtlayacaklar. Yavaşlatacaklar seni. Şaşırtacaklar, yanıltacaklar. İşin kötüsü, bazen potansiyelinin olmadığına "inandıracaklar" da, kimbilir.. Aman ha, sakın durma, kanma. Sen, neyi başarmak istersen O'sun. Bilfiil kendisi hem de. Nereye bakarsan, oraya gidersin. Senin ölçünü senden başka kimse alamaz. Kendi kıyafetini kendin dik. Nasıl istiyorsan, öyle ol. Uzlaş ama değişme, dönüşme.

4) KANTARIN NE KADAR TARTIYOR?

Her topa girme. Her sorumluluğu alma. Her yükü taşıma. Sonradan ruhsal çöküntü yaratacak, sana "keşke" dedirtecek hiçbir şeye soyunma. Rol çalma. Unutma; her kantar, belirli bir ağırlığa kadar tartar. Fazlasını almak, kantarı yorar. Her şeyi başarmak zorunda değilsin; her sorunun çözümü sende değil. Sen de diğerlerinden farklı değilsin. Enerjinle, moralinle, zaten taşıdığın yüklerinle, gidecek epey yolun var. Çünkü ne oluyor biliyor musun; bir süre sonra insanlar seni takdir etse de, kıyamadıklarını söyleseler de, bu naif (!) yaklaşımlar bi' b...ka yaramıyor. Madalyan ve hastalıklarınla başbaşa, hayatı sorgulamaya başlıyorsun. Nerede mi? Hastane koridorlarında, uykunu aradığın akşamlarda, elin kolun kalkmadığında, hayata dair umutlarını sorguladığında. Yapma. Sakın yapma.

feminizm ile ilgili görsel sonucu

5) KENDİ ŞARKINI SÖYLE

Seninle dalga geçecek kimileri. Giydiğin elbiseye, kahkahana, oturuşuna-kalkışına karışacaklar, sözüm ona "doğru"ya çekecekler seni tüm iyi niyetleriyle (!). "Aman dans etme, beceremiyorsun" diyenler çıkacak. Sesinin kötülüğünden dem vuracaklar.. Susma. Kendi şarkını söyle. Canın nerede, ne zaman, nasıl istiyorsa, öyle söyle. Hayatın, "senin şarkın". Notalar senin, kulak senin, ses senin. Ne istiyorsan, onu söyle. Kendi şarkını yaz. Bağıra çağıra söylemeye başladığında, altında senin imzan olsun. Kendi şarkısını yazamayanlar lâf atacaktır; gülümse.

6) HAFIZANI DİRİ TUT.

Neydin sen? Neredeydin? Nereye gidiyordun? Nasıl olacaktı? Neler yaşayacaktın? Sorularını sakın bırakma. Her sabah, kahveni içerken listene göz at; neresindesin, n'apıyorsun? "Biz" olup bambaşka bir maratona girmişken; "ben" bir yerlerde tıkanmış, arkadan nefes nefese, önündeki kâfileye umutsuzca bakıyor olabilir mi?

Sakın unutma. Başlangıç noktanı, başlangıç sebebini; yürüdüğün yol ile teyit et.

7) KALBİNİ DİNLE

Ne olursa olsun, neye mâl olursa olsun, kalbini dinle. Seni nereye götürürse götürsün, sana ne yaptırırsa yaptırsın, kalbini dinle. Dibine kadar sev, sonuna kadar git, olmadıysa bambaşka bir yola git.. Hattâ istiyorsan dur ama hep kendini, hep kalbini dinle. İnsanların eğilimlerine, tepkilerine, eleştirilerine aldanıp, "onaylanan" yolu seçme. Kendi yolundan git. Kalbinin yolundan.

8) VAZGEÇMEYİ BİL

Israr etme. Bittiyse, diretme. Serbest bırak kendini de, yolundakileri de. Eğer kader diye bir şey varsa, elbet tecelli edecek. Eğer "farklı" olacaksa bir şeyler; elbet o "yeni" de paşa paşa önüne gelecek. Bırakmayı bil. Vazgeçmek=Özgürlük. Vazgeçmek=Yeni seçimlere ilerlemek. Ve hiçbir seçim, geleceği "özünde" değiştirmeyecek: Özendiğin insanlar kadar özgürsün, sürprizlerle dolusun, rengârenksin sen de.

9) HERKES GİTTİĞİNDE, KALAN MANZARA SENİ MUTLU ETSİN

Kocan gidebilir. Çocuğun Allah'ın emri gidecek. Annen, baban.. Eninde sonunda yalnız kalacaksın. Cebinde ne varsa, kaderin o. Hesapladın mı, neler birikmiş çıkınında? Ne kadar erken, o kadar iyi. Henüz harekete geçmediysen, şimdi başla.

10) HER BAŞLANGIÇ İYİDİR

Seçimlerini yaparken, şartlara takılma. O şartlar, bu ânın şartları ve senin bugüne kadarki tecrübelerinle geliştirdiğin inançların. Hepsi bu. İçindeki o BAMBAŞKA SENle tanışmadın, onu keşfetmedin daha. O SEN, seni hep mutlu edecek, yalnız bırakmayacak; emin ol. Kendine tutun. Başlangıçlar insanı diri tutar. Bitişlere tutunursan, düşersin. İÇİNDEKİ SENe şans ver. Seni utandırmayacağını göreceksin."

DİP'in ve İllüzyon'un yazarı, Didem Deligönül


LA BU ANNELER NE ETTİ SİZE?

YAZAR : Cuma, Temmuz 19, 2019

Yeni kşfettiğim , bir zamanlar ünlü bir blogger olan Siminya'nın bir yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle. Ne güzel anlatmış. Bir çırpıda okuyorsun ve duygudan duyguya geçiyorsun. Kim bilmiyorum, sanırım kimse bilmiyormuş, internetten araştırdığıma göre. Kiatapları var "Kız Kısmı" ve "Annem,Tanrı ve Ben" . Ben yazılarını çok sevdim, artık yazmıyor bloguna ama eski yazılarını okuyabilirsiniz hala. Okuma isterseniz tık tık.

5828c-old-woman-larissa-greece-4306701020

  İnsanların, özellikle de erkeklerin suçları konuşulurken “sonuçta bu erkeği de yetiştiren bir anne” kalıbını illaki duyarız. Bunu ilkokula bile yolu düşmemiş, cehaletin koynunda kulaçlar atan bir köylü de telaffuz eder, bir kaç üniversite bitirmiş kallavi eğitimlerden geçmiş adamlar ve kadınlar da. Öyle kurtarıcı bir kalıptır ki bu, kullandığın vakit içinden çıkılamayan korkunç bir cinayetin, tecavüzün ve şiddetin bir çırpıda toparlayıcısı oluverir. Konu anne boklamak olunca halkımız boncuk gibi dizilip halaya durmakta bir saniye kaybetmez. Suçlar anne etrafına coşkuyla biriktirilirken; evin direği, masanın başı, yemeğin eti, saygı ve hürmet ile her daim kayrılan “Baba” çocuk yetiştirmekten azade sorumsuz dünyasında; dilediğince hovarda olabilir, çünkü elinin kiridir. İşten yorgun geldiği için pek tabi öfkeli olabilir! Disiplin amacıyla dayak atabilir. Zavallıcık evine ekmek getiremediğinden ve “karı dırdırından” cinnet getirip ailesini kırt kırt kesebilir, hakkıdır – ki zaten onu da annesi yetiştirmedi mi? Yetiştirememiş demek ki! Böyle sonsuz bir döngüdür gider. Annelerin çocuk yetiştirmedeki beceriksizliği toplumun bütün katmanlarının birleştiren muazzam bir argüman olarak tarafları rahatlatır. Peki gerçekten böyle midir? Toplumun işlediği ve işleyeceği bütün günahlar insan yavrusunu bedeninde büyütüp doğurdu diye anneye mi yüklenmelidir? Annenin diğer adı şamar oğlanı mıdır?
            Herkesin bildiği ve saat saat çeşitli vukuatlarla tecrübe ettiği gibi şu gördüğünüz toplum kanırttırırcasına ataerkildir. Bu toplumda kadınlar ancak birilerinin eşi ve kimilerinin annesi olunca makbul sayılırlar. Başıboş dolaşmaları, bir erkeğin mülkü olmamaları kabul edilemez. Evcil bir hayvan gibi sahiplenilip, ekmek verince terlik getirmeleri beklenilir. Kadının bu sistem içinde çıkabileceği en yüksek makam annelik olarak empoze edilmiştir ama o makam süslü laflarla pohpohlanışının, ayak tabanına cennet koyup kut kut kutsanışının aksine bu kusursuz tasarlanmış matrix’de ancak bir host, bir solucan deliği, bir kuluçka makinesi ile eşdeğerdir. Daha doğar doğmaz sistemin çarkına düşmüş, eline bebek, kepçe, tığ, iğne, leğen, mandal tutturularak annelik çalıştırılmış, duygularından çok bebek yapacağı rahmi ile ilgilenilmiş, olması istenen kişi olana dek afillice biçimlendirilmiş bir çalışmadır anne. Havadan düşmedi, ağaçtan toplanmadı, profesyonel bir laboratuvarda geliştirilip her eve bir adet gönderilmedi. Devletin böyle bir hizmeti yok herkes kendi annesini kendi yapıyor. Ve bu anne yapma düzeneği de gayet iyi bildiğiniz gibi erkek egemen sistemin üstünüze afiyet kokuşmuş taşaklarına bağlı. O sistem bir çocuk nasıl peydahlansın isterse çocuklar öyle peydahlanır, ne şekil büyüsün isterse o şekil büyür. Kimler hangi cinsiyeti seçecek, kimler hangi rollere bürünecek, kimler hangi suçlardan cezalandırılacak hepsi ezelden belirlidir. Böyle bir toplumda annenin çocuğu üzerindeki etkisi, bebeği erkeğin arzuladığı cinsiyette doğuramadığı için öldürülmesine kadar sıfırlanmıştır. Kendi soyadını kendi doğurduğu çocuğa vermesi çocuğun babanın mülkü olarak görünmesi yüzünden mümkün olmamış, bütün fiziksel cefayı çeken taraf olduğu halde soyun ondan sürmesi söz konusu dahi edilmemiştir.
         Anneler bu toplumun ürünlerinden biridir evet, erilliği benimsemiş, erkek yancılığının konforlu kuytularına sığınıp öteki kadınlara hayatı dar etmiş kadınlar da sağda solda bolcana. O yancı kadınlar erkek egemen sistem tarafından köleleştirildiklerini anlamadığı gibi o sisteme yeni köleler yaratması için destek vermeye devam ederler. Kölelik zamanlarında köleliği sona erip kendi de çiftlik sahibi olan siyahilerin, hala köle olan Afrikalı akrabalarına beyaz efendilerinden daha katı davrandığı gözlenmiştir. Ezilenlerin kendinden olana karşı öfkesi bir nevi ezilmişliğin dışa vurumudur. Ezebildiği sürece ezilenlerden uzaklaşacağını zanneder. Ötekilere devamlı kötü derse efendileri onlara iyi diyecektir. Kısacası iddiam eril kadınlar olmadığı iddiası değil bilakis var olduklarını ama onları yaratanın erkek egemen kültürü olduğunu izah etmek. Sonucunda da neden bütün faturanın bataklığa değil de sivrisineğe kesildiğini sormak.
         Diyelim ki anne kendi istediği gibi çocuk yetiştirmek istese erkek çocuğuna Ayşe ismini verip etek giydirip sokağa salsa acaba kaç kişi annenin yetiştirme tercihine saygı duyardı? Yani kurgulanmış toplumsal cinsiyet rolleriyle büyütmese de cinsiyetini büyüyünce kendisi belirlesin dese o çocuğun hayatına kaçınız sıçmazdı? Sünnet ettirmese, kimliğinde din hanesini boş bıraksa, askere yollamasa? Bunlar sizde olumsuz duygular uyandırıyorsa eğer ortada annenin de uyması gereken tartışmasız bir yetiştirme şekli olduğunu kabul etmiş olursunuz. Daha bebeğinin ismini koyarken bile burun sokulan, altını bezlemesinden, emzirmesine, giydirdiği renklerden, oynattığı oyuncaklara her konuda müdahale edilmesi adet olan bir dünyadan söz ediyoruz. Çocuk sadece evde yetişen bir varlık olsaydı belki çocuğu meydana getiren iki kişiden biri olan anneye ( diğerine baba deniyor, insanın erkek olanı. çocuk çoğunlukla onunla birlikte yapılıyor ve ağzı, dili, eli falan genelde var. çocuk yetiştirebilir gibi görünüyor) yüklüce bir fatura çıkarılabilirdi ama lakin ki öyle değildir. Çocuk doğduğu an egemen kültürün malıdır artık. İlla belirli iki cinsiyetten biri seçilmeli. Erkekse mavi giydirilmeli, ucundan alınınca ne hikmetse daha da bir erkek oluverdiren çükü sık sık fotograflanmalı, kız gibi ağlamamalı, kız gibi yürümemeli, kız gibi evde oturmamalı, sokakta kavga çıkartmalı. Kızsa pembe giydirilmeli, kukusu görünmez olmalı, yüksekten atlamamalı, sokağa çok çıkmamalı, sessiz olmalı, kavga etmemeli, misafirden saklanan toz gibi mütemadiyen paspasın altına süpürülmeli. Bunları anneler belirlemedi, belirlemez, hazır paket olarak kafasına atılır. Karşı çıkanın karşısına da ihtiyarladıkça semiren gelenek çıkar, görenek çıkar, hacı hoca tövbestafirullahhh çeker, bakkal çakkal cık cıklar, muhtar fiştekler. Pişman olursun ama kürtaj için çok geçtir. Ki zaten kürtaj olan anne de “NE BİÇİM BİR ANNEDİR?!!!”
         Mahalle baskısıyla zor bela okula kadar gelen bebeyi bu kez de müfredat çitilemeye başlar. Çocuğu bu ülkede okula başlayan herkes okul kitaplarındaki görsellerin yıllardır cinsiyetçi, ırkçı ve dinci anlayışla hazırlanmış olduğunu bilir. Anneyi mutfakta bulaşık yıkarken, kız çocuğunu ona yardım ederken, babayı gazete okuyup, erkek kardeşi halıda araba sürerken gösteren görselleri kendim çizmiş kadar çok görmüş, evin reisi babadır cümlesini adımdan çok duymuşumdur. Okul eğitiminin bütün aşamalarında öğretmenler ve müfredat eliyle çocuğa cinsiyeti milyonlarca kez hatırlatılır ( dileyen egemenin eğitim anlayışını görmek için bunindirip kendini kesebilir) Erkekse ADAM gibi olması kızsa kız gibi “divrinmisi” istenir. O okulların kara tahtalarına cinsiyetinin türüne göre üstünlüğün, öteki cinsiyete yapabileceklerin, hakların ve görevlerin, bilimden, sanattan daha çok yazılmıştır. Ben bu yazıyı yazarken bir ilköğretim okulunun tiyatro festivalinde “Babasını berberle aldattığı için annesini vuran” çocuğun hikayesi sahneleniyordu. Okul biter askerlik gelir ki askerliğin bir erkeğin cinsiyet kimliği üzerindeki dezenformasyonu, insanlığına attığı sert kesikler tanımı yapılamayacak kadar ürkütücü boyutlardadır. Ve konu her zaman erkekliğe bir adım bir adım daha atmaktır. İş hayatıydı, boktu püsürdü derken kimlikler kemikleşmiş, annenin kendince kurduğu cılız hükümranlığında başından beri uygulamaya çalıştığı öğretiler artık değersiz bir anne duygusallığına, aman işte kadın dırdırına indirgenmiştir çoktan. Annem bütün egitimsizligine rağmen misal abimin piyano çalmasını falan hayal ederdi ama abim gitti Taliban’a katıldı, bunu nasıl yorumlamak lazım? Egitimsizi geçtim anne dilerse eğitimli, vizyoner, modern hayatın imkanlarında yüzen kadınlardan olsun, çocuklarının başına cinsel yöneliminden, dini inancından ve ırkından dolayı bir şey geleceği korkusuyla onların çoğunluğa karışıp görünmez olmasını bile arzular. Çünkü bilir ki eşcinsel olduğunu, ermeni olduğunu,  alevi olduğunu, dinsiz olduğunu saklamayanları bu ülkede ölüm bekler.
         Göz açıp kapayıncaya kadar o çocuklar büyür ve sanki bütün hatalarının sebebi oymuş gibi annelerine sövmeye başlarlar. Annelerin çok küfür ettiğini duymayız ama erkekler, özellikle futbol maçlarında analı bacılı küfürlerin birini koyup öbürünü alır. Karşı takımı kadına benzetirler, maçı almayı tecavüze. Kim öğretiyor onlara bunları? Evde annelerine pilavı lapa yaptı diye küfür eden ve seks yapmayı reddetti diye dayak atan babalarından öğrenmiş olmasınlar? Ergenliğe girince oğlum milli olacak diye elinden tutup geneleve götüren ve bu şekilde seksi kadınların erkeğe verdiği bir hizmet olarak öğreten de anneler değil. Erkek genelevleri vardı da bizi mi götürmediler? Savaşları başlatan, kafa kesen, hayvan kesen, çük kesen velhasıl her şeyi kesen bilin bakalım kim? Sokaklarda kadınları taciz eden, otobüslerde fortlayan, evlerine kadar girip tecavüz edip öldürenler de erkekler ve bunları yaptıkları için anneleri onları tebrik etmiyor. Yalanı azaltın ve Türk filmlerine biraz ara verin. Şu, kadınların yalnızca “başrol erkeğin dayak yedikçe mutlu olan sevgilisi” olabildiği Yeşilçam filmlerine.
           Kadının acınası muamelelerle endüstriyel anneliğe sürüklenişini izleyip hala “her şey annesinin suçu” çıkarımında takılı kalanların derdi “o kadar şey öğrettik daha niye hata yapıyor” pişkinliği ve erkek egemen sistemle suç ortaklığıdır bana göre. Yeterince iyi olmadığı için sokak ortalarında 40 yerinden bıçaklanan her kadın cinayetinde parmak iziniz bulunuyor. Ömrünün her saniyesini anneliğin ne kutsal, aman aşırı mübarek, ayaklarının altı cennet, üstü mabed, yanı kümbet dersleriyle geçirip anneliği vazgeçilemez bir sonuç olarak içselleştirip insan kimliğinin dahi önüne geçirmiş birinin kendi istediği gibi çocuk yetiştirebileceğini düşünenler toplum mühendisliği nedir bilmeyen, içinde bulunduğu sistemin kurallarını anlamaktan aciz ahmaklardır. Bir anneden ne boyutta bir organizmayı kündeye getirmesini bekliyorsun farkında mısın acaba sen sayın sorunların temelini şıp diye gören konformist budala? Yapay kutsallıklara boğduğunuz anneler götünüzün temizliğini siz onlara küfür etmeye başladığınız gün bıraktı. 3 yıl bokunuzu altınızdan aldık diye ömür boyu temizlememizi beklemeniz mantıklı mı sizce? Gidin biraz da babanıza temizletin be
pulbiber dergi şubat sayısında yayınlandı

Bir Şeyi Yapmaya Gönüllü Olmak

YAZAR : Çarşamba, Temmuz 17, 2019
iletişim karikatür ile ilgili görsel sonucu


Yazmak için çok okumak lazım. Anlatacaklarını dile getirebilmenin yol haritası okumak. Aslında bildiklerini anlatabilmek için , bildiklerini bilebilmek için:) okumak şart. "Eğitim şart" sözü gibi oldu ama okumazsan yazamazsın. Okur olursan yazar olursun yani:)
Biraz önce okuduğum bir blog yazısı sonucu "ne yazacağım?" düşüncesinin ilacının, başkaları ne yazmış ona bakmak olduğunu fark ettim:) Çünkü kafamda ampüller yandı. Ay şunu da yazmalıyım, bunu da yazmalıyım dedim kendi kendime.
Aklıma gelen şeylerden bir tanesi insan ilişkilerinde yaşadığımız sorunlarla ilgili. Ne kadar insan varsa o kadar farklı düşünme, algılama, yorumlama şekli var. O yüzden iletişim çatışmaları yaşamak çok normal. Her şeyde olduğu gibi iletişimde de "gönüllü olmak" olmazsa olmaz şart. Yani geçinebilmek için geçinmeye gönlünüzün olması gerekiyor. Tabi karşınızdaki kişinin de gönlü olmalı. Yani geçinemediğinizde, sorun yaşadığınızda suçu hep kendinizde aramayın:)))
herkesi memnun edemezsin ile ilgili görsel sonucu
Bu yaşımda iyice idrak ettiğim şey "bir işi yapmaya gönüllü olmak" çok değerli ve bir işte başarılı olmak istiyorsanız önce o işi yapmaya gönüllü olmalı sonra da sizin gibi gönüllü olanlarla çalışmalısınız.
Hep derler "insan isterse yapamayacağı şey yoktur". İşte o isteği harekete geçirebilmek gerek. Motivasyon bu demek:)
Konuyu biraz dağıttım sanırım, insan ilişkilerinde geçinmeye gönlü olmaktan bahsediyordum. İnsan duygularıyla hareket eder, sonrasında da mantığıyla davranışlarına mazeret uydurur:))) O yüzden gönüllü olması gerekir her hangi bir şeyi yapmak için. Eğer bir insan sizi severse geçinmenin bir yolunu bulur, sevmezse de bahane bulur. Bunun için yapabileceğiniz bir şey yoktur. Çokta şaaapmamak lazım yani herkes beni sevsin diye. Böyle bir şey mümkün değildir çünkü. Herkes sizi sevemez. Bu yüzden kendiniz olup yaşamaya devam etmek daha mantıklı. Yani insanlar sizi sevsin diye taviz vermek sonucu değiştirmeyecekse kendiniz olmak en iyisi.
Son dönem gazeteci-televizyoncu Cüneyt Özdemir'in youtube kanalını keşfettim. Epeydir var tabi de ben yeni izledim:) Şeyma  Subaşı'nın kitabını eleştirmiş bir videosunda. Kitapta özlü sözler paylaşılmış ve bunlardan biri de "Herkesi memnun edemezsin, pizza değilsin" sözüymüş. Bu yazıyı yazarken aklıma geldi. Sizde herkesi memnun edemezsiniz, sonuçta pizza değilsiniz:))))
Çok fazla magazinsel olmadan demem o ki "herkes kendinden yana , birisinin sizi seveceği varsa sever, yoksa sevmez, ağzınızla kuş tutsanız bile. Kabullenmek ve sizi sevenlerle yolunuza devam etmek en iyisi.


Blogger tarafından desteklenmektedir.