Acı Tatlı Aşk

YAZAR : Cumartesi, Şubat 28, 2015
Merhabalar
Dün akşam ODTÜ Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonunda Levent Özdilek ve Aret Vartanyan in gösterisine  gittik. ARET Vartanyan dan daha önce size bahsetmiştim. Konuşanlar Kulübü isimli bir program yapıyor.  O programları izledikten sonra kendisini merak etmeye başlamıştım.  Dün gece görmek kısmet oldu.


  
İzlenimlerimi anlatmak gerekirse sanırım beklentimi yüksek tutmuşum. Beklediğim kadar iyi değildi.  Tam bir tiyatro gösterisi değildi zaten. Biraz daha doğaçlama söyleşi havasındaydı. Aşkla ilgili , ilişkilerle ilgili konuştular.  Zaman zaman seyircilere de konuştular.  Çok riskli bir şey aslında doğaçlama.  En beğendiğim bölüm Levent Özdilek in tango yaptığı,  şiir okuduğu ve Aret'in kitabından bir bölüm okuduğu sahnelerdi.  Aklımda kalan bir bölümü paylaşayım sizlerle; "350 yaşında da olsan 750 kilo da olsan farketmez ki, ben seni seviyorum sevgili, suretini değil ".
Sevgilerimle arkadaşlar......


Babasız Kadınların Aşkları- Reha Muhtar

YAZAR : Cuma, Şubat 27, 2015

Babasız kadınların aşkları


"Biliyorum ki, babasız kadınların aşkları hayatın en dramatik, en trajik, en acımasız tablolarından biridir...

Aslında babasız kadın olmak zaten yeterince dramatik ve acımasızdır...

Ama babasız kadınların aşkları, dramatikliğin ötesinde trajiktir...

***


Küçük bir kızken, ölüm ya da başka nedenlerle kendisinden kopartılan baba, babasız kadının hayatı boyunca arayacağı en temel özlemi belirler...

Babasız kadın mutlaka ama mutlaka, içten içe, hep çok güçlü hep ona kol kanat gerecek erkeği arayacaktır...

Her kadının aradığından daha fazla arayacaktır...

Yakışıklılıktan, hoşluktan, çıtırlıktan hatta hoşgörüden fazla gücü arayacaktır...

O güce sahip erkeğin, onu, koruduğunu hissetmesi, babasız kadını güvende hissettirecektir...

***


Babasız kadınların erkekleri çoğu zaman serttir...

Babasız kadınların erkekleri, çoğu zaman pek yakışıklı ve çıtır değildir...

Babasız kadınların erkekleri, fazlaca hoşgörülü, kadına karşı töleranslı zevattan da değildir...

Babasız kadınların erkekleri hatta biraz kaba ve biraz serttir...

***


Olay başlangıçta basit görünür...

Baba özlemi duyan kız çocuğu ve ona bunu sağlayan güçlü kuvvetli bir erkek...

Oysa esas karışıklık bundan sonra yaşanır... Babasız kadın, aşkta mutsuzluğu yaşarken, bir sorunun cevabını bir türlü bulamaz...

Hayatına giren erkekler onu anlamamaktadırlar?” 

***


Onu bir erkek kolay anlayamaz, çünkü o kolay anlaşılabilecek kadar kolay değildir...

Güçlü ve kuvvetli bir erkek ister, ama ona şımarmak da ister...

O şımarıklığının, ya da tezatlarının da erkek tarafından anlaşılmasını arzu eder...

Erkeğin, babadan kalan öksüz ruhunu sonsuz derecede doyurmasını talep eder...

Onu delirtmekten, o güçlü ve kuvvetli adamın kimyasını bozmaktan da sonsuz gurur duyar...

***


Babasız kadının erkeği hem güçlü, hem kuvvetli olacaktır...

Babasız kadının erkeği, kadını, herkesten fazla koruyacak ve kollayacaktır...

Babasız kadının erkeği, onun öksüz kalan ruhunu doyurmak için, onu şımartacaktır... Babasız kadının erkeği onu her halükarda bırakmayacaktır...

***


Babasız kadın bunları ister...

Ama isterken, babaya karşı duyduğu güvensizlikler, onu zikzaklara da sürükler...

Karşısındaki erkekte bunları görmediği anda, müthiş hayal kırıklığı ve savrulmalar yaşar... Erkeğe duyduğu öfke, böyle durumlarda çocukken babaya duymuş olduğu öfkeyle birleşir ve katlanır...

Acıtmak eylemi, her ikisini de kapsayacak biçimde yapılır...

Sorumlu davranmaya çalışan erkeği, can damarından acıtacak bir eylem mutlaka yapılır...

Bu yapıldığında, erkek kroki olur...

Birkaç krokiden sonra, sorumluluktan kaçmaya koyulur...

Sorumluluğu haketmediğine inanır...

Erkek, babasız kadının sorumluluğundan kaçtıkça, babasız kadın daha da acıtıcı olur...

Yalvarmaz...

Daha fazla acıtır...

Bu acıtma bilinçsizdir...

Geçmiş öfkelerin birikimidir...

***


Babasız kadın gerçekte onu koruyan güçle erkekten kopamaz...

Derin özlemlerine cevap veren adamın yerine, o sırada bir şey koyamaz...

Ama koyamaması acıtmasını engellemez...

Acıttıkça bilinç dışı rahatlar...

Erkek o acıtmalar karşısında kadından kaçtıkça öfke daha da artar...

Bazen öyle bir an gelir ki, taciz kaçınılmazdır...

Kadın o anda erkeği taciz ederek, dikkat çekecektir...

Çekmek zorundadır...

Çekmezse erkeği kaybolacak, o ise erkeği kaybetmeyi göze alamayacaktır...

***


Babasız kadınlar, 20’li yaşlarda akılları bir karış havada acayip maceralarda olmazlar...

Psikopatça bağlanılan sevgililer, çok genç yaşta yapılan evlilikler, sonra boşanmalarla 20’leri geçirirler...

Gereksinim duydukları esas şey, bir erkeğin onların olduğuna inandıkları gücüdür... Onun koruyuculuğu esastır...

Onu bulduğunu düşündüğü an, fazla beklemez evlenir... Günlük heyecanlar yaşayacak, mood’da değildir...

Bir süre sonra, özlemlerinin karşılanamadığını görür...

Müthiş acılı bir süreçle kocadan ya da sevgiliden ayrılır...

***


Kendi psikopatından uzaklaşmaya çalışır... Oysa bilmez ki o psikopat kendi koordinatıdır... Acılı, dramatik, trajedik, hatta travmatik...

Babasız kadınların aşkları müthiş olur...

Aşk gibi aşktır onlar...

Kırıntı gibi değil, dağ gibidir onlar...

Ama bir yanardağ gibi...

Güzel, çekici ama patladığında hayatı mahvedecek gibi...

Patlamazsa o eşsiz doğada, tehlike içinde ama mutlu yaşarsınız...

Patlarsa, yapacak bir şey yoktur... 

Ölür gidersiniz!..

Prenses Kadınlar - Reha Muhtar

YAZAR : Perşembe, Şubat 26, 2015
Merhabalar
Uzun yıllardır devam eden bir "kahvaltı-brunch günü"m var. Uzun yıllar dost olduğum, artık birbirimizi iyi tanıdığımız ve yanlarında rahat olduğum dostlar. Onlarla sohbet hep çok hoş olmuştur. Pazar günü yine onlarla günüm vardı. O kadar doyamadık ki muhabbete öğleden sonra hepimizin işleri olmasına rağmen epey oturduk, ayrılamadık:) 
Grupta ki arkadaşlardan 2 tanesi babasını erken yaşta kaybetmişler. Onlar bize "siz prenses kadınsınız, babasının prensesi kadınlardansınız" dediler. "O ne ki" dedik biz de "öyle bir tanımlama mı var" . "Var tabi " dediler ve bana Reha Muhtar'ın "Babası Olmayan Kadınlar" ve "Prenses Kadınlar" yazısını okumamı söylediler. Ben bugün "Prenses Kadınlar"ı paylaşıyorum sizinle. Yarın da diğerini paylaşacağım.Yazıya çok katılmasam da doğruluk payı yok değil. 


Prenses kadınlar...

“Prenses Kadınlar, bir Prensese nasıl davranılması gerektiğini erkeğe gösteren kadınlardır...”

Bunu söyleyen kadın, bunu söylerken kendisinin de aslında bir prenses olduğunu söylemektedir...

Aslında her kadın biraz prenses kadındır...

Sadece bazıları az, bazıları çok prenses kadınlardır...

Oysa hepsi her durumda bir parça prenses kadın olmayı arzular...

Hepsinin çocukluk günlerinde onlara “prensesim” ya da “kraliçem” diyen ya da prenses ve kraliçe gibi davranan babaları vardır...

Kadınlar ilk prenseslik derslerini babalarından alırlar...

***


Kadın hayatları, çocukluk yıllarında babadan aldığı prenseslik derslerine göre şekillenirler...

Kadınlar erkeklere istediklerini yapma egzersizlerini ilk olarak baba üzerinde denerler...

Alttan girip üsten çıkma, gerekirse ağlama, çokça nazlanma, arada bir kucağa oturup zıplama, tatlı dil, güler yüz, gerekirse küs...

Kadın hayatları bu yöntemleri baba üzerinde deneyerek gelişir, serpilir...

Gençlik yıllarında kendilerinden çok daha banal ve yüzeyde buldukları erkekler üzerinde denenerek oturtulur...

Kadınların gençlik hayatlarından, sille yememiş erkek bulunmaz...

Öyle veya böyle her erkek, bir kadın sillesi yemeden hayata atılmaz...

Akıllı olanları bu silleden ders çıkaranlarıdır...

Akılsızlar, hayat boyu sille yemeyi alışkanlık yapanlardır..

Alışkanlık bozuldukça arananlardır...

Arandıkça bulanlardır...

***


Kadınların genç kızlık silleleri profesyoneldir...

Baba üzerinde denenmiş, doğruluğu kanıtlanmış, geçerliliği garantilenmiş yöntemler, çocuk yaştaki erkekleri oyuncak gibi oynatmak için yeterlidir...

Baba üzerinde kazanılmış büyük başarı, çocuk yaştaki yaşıt erkeklerle pekiştirilip, prenses kadınlığa geçiş tamamlanır...

Genç kız eğer güzelse üstelik babası tarafından prensesler gibi sevilirse, ortada sorun kalmayacaktır... 

Prenses kadın büyüyecektir...

Erkek hayatları alaboralara yönelecektir... Kadın prensesliklerinin sonu ve sınırı yoktur...

Ne kadar verilirse daha fazlası istenecektir...

Babanın müthiş sevgisi karşıdaki erkekte aranacaktır...

Her halükarda bir dediğinin iki edilmemesi erkekten istenecektir...

Bulunmadığında üzülünecektir...

***


Babasından çok sevgi gören kadınlar sevgiye doymazlar...

Babalarından çok sevgi gören kadınlar, aynı sevgiyi erkekten isterler...

Bulamazlarsa hayal kırıklığı yaşarlar...

Adamı hemen bırakıp yeni hayata yelken açarlar...

Bir erkek en az babası kadar iyi değilse, kadını mutlu edemez...

Ondaki arayışlara son veremez...

Biraz olsun kendini huzurlu hissedemez...

Babadan daha hanzo erkekler, kadın karşısında yıkılırlar...

Hırt yerine konurlar...

Adamdan sayılmadığı gibi insandan da sayılmazlar...

Daha çok alternatifsizlikler arasında damızlık niyetine kullanılırlar...

Kadının çocuk duygusunu giderecek şifa olma duygusuyla yetinirler...

***


Prenses kadınlar daha çocukluklarından prenses olmaya başlarlar...

Önce babanın prensesi olur, sonra yaşıtı erkeklerin prensesi olarak devam ederler...

İyi şeylerin hepsini birden isterler...

Asla yetinmezler...

Bir erkeğe bir prenses kadına nasıl davranacağını dikte ettirirler...

Aslında hep içten içe ürkerler...

Bir gün gelip prensesliğin biteceğinden gizli gizli ürperirler... 

Bilirler ki prensesleri prenses hissettiren esasen erkektir...

Erkek olmazsa prenseslik beyhude olabilecektir... Yalnız geçirilen bir prenseslik mümkün görünse bile, bu prenseslik sadece aynaları mutlu edebilecektir...

(Mina’ya Mektuplar kitabından)

*****


RUHUMDAKİ BABA, İÇİMDEKİ SEVGİLİYE HADDİNİ BİLDİRİYOR... “BEN”, “BANA KARŞI”YIM...

İtiraf ediyorum...

Mina’ya Mektuplar kitabından aldığım Prenses Kadınlar yazısını, bir Prenses Kızın babası olduğumu hissederek değil, Prenses Kadınlar’ın zaman zaman erkeği olduğumu hissederek yazdım...

Fena halde Prenses Kadınlar’ın babalarının aleyhine yönelik bir subjektivizmin batağındaydım!..

Prenses Kadınlar’ın zaman içinde üzerimde yarattıkları sinsi psikoloji, analizin ruhunda karşıt bir esans oluşturmuştu...

Prenses Kadınlar’ı yetiştiren babaları içimin derinliklerinde pek “hayırla yad etmeyen” bir erkek sevgilinin dipsiz nevrozlarındaydım...

***


İtiraf ediyorum ki o yazıyı yazdığım 2005’lerden bu yana Ayşe Nazlı büyüdü...

Mina gelince; üç yaşına bastığı gün, “Prenses Kadın olmaya namzet bir ‘afet’in halet-i ruhiyesini” çoktan benimsemişti bile... 

Kendi Prenses Kız’larıma baktığım nokta-i nazariyeden, durum istikbaldeki meçhul sevgililere yönelik vahim bir tablo içermiyordu...

Bunu gördükten sonra karar verdim;

İnsan subjektivizmi sınır tanımıyor...

Baba subjektivizmi erkek subjektivizmini fersah fersah geride bırakıyor...

***


Şimdi baktığımda “Prenses Kadınlar” yazısını yazan “ben”e, şimdiki “ben”im burun kıvırıyor...

“Elbette öyle olacaktı” diyor “Ne olmalarını bekliyordun ki Prenses Kadınlar’ın?..” türü bir “had bildirme” psikozunun içinde buluyorum kendimi...

Hayret!..

“Ben”, “bana” karşıyım...

İçimdeki “Prenses Kızlar’ın babası”, ruhumdaki “Prenses Kadınlar”ın sevgilisine karşı...

Ruhumdaki baba, içimdeki sevgiliye haddini bildiriyor...

Şu anda “Beni bırakma baba” diyen kızımın, ruh halindeki oyuncu karakter varlığımı esir almış durumda...

İstikbaldeki meçhul sevgililerin “Prenses Kız”larımın isteklerini karşılamaması ahvalinde, kendilerine hızla yol verilmesinin zaruretine inanmaktayım... 

Bir babayla bir sevgili arasında vukuu bulan insan subjektivizminin vahşi ve uzlaşmaz çelişkisinden ürpermekteyim içten içe...
                                                                                       REHA MUHTAR

Çalışan Anneden Çalışmayan Anneye Mektup

YAZAR : Çarşamba, Şubat 25, 2015
Sevgili Çalışmayan Anne,
Bazı insanlar senin bütün gün evde ne yaptığını sorguluyorlar. Ben biliyorum. Biliyorum, çünkü ben de anneyim ve bir süreliğine de olsa ben de senin yaptığını yaptım.
Maddi karşılığı olmayan, hatta çoğu zaman karşılığında bir teşekkür bile almadığın, sabah uyanır uyanmaz başlayan ve akşam yattığında bile bitmeyen bir iş yaptığını biliyorum. Bitmek bilmeyen bir şekilde hafta sonları ve geceleri de çalıştığını biliyorum. Bütün bunların karşılığının mutluluk verici ama yetersiz olduğunu biliyorum.
Çayını, kahveni nadiren sıcak içebildiğini biliyorum. Dikkatinin sürekli bölündüğünü, herhangi bir işi tek seferde, bölünmeden yapabilmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Halen gündüz uykusu uyumaya devam eden tek bir çocuğun yoksa eğer, gün boyu sakin bir an yakalayamadığını biliyorum.
Gün be gün nelerle uğraştığını, destek alamadığını biliyorum. Ağlama nöbetleri, tuvalet kazaları, yemek savaşları, yere saçılan yiyecekler, duvara sıvanan boyalar, kardeş kavgaları, durmaksızın ağlayan bebekler… Ardı arkası gelmeyen, ucu bucağı görünmeyen bir iş olduğunu biliyorum: Yemek için alışveriş yap, hazırla, pişir, çocuklara yedirmeye çalış, yere dökülenleri temizle, bulaşıkları yıka ve bütün bunların hepsini üç saat içinde tekrar et…
Öğle yemeğini huzur içinde yediğini ya da öğleden sonra kısa bir şekerleme yapabildiğini hayal ettiğini biliyorum. Bütün bunlara değip değmediğini sorguladığını, işyerinde arkadaşlarıyla kahve molası verebilen arkadaşlarına imrendiğini biliyorum. Akşam eşin işten eve geldiğinde, tam da senin dinlenmeye en çok ihtiyacın olduğu anda onun ayaklarını uzatmak istemesinin seni nasıl ağlamaklı hissettirdiğini biliyorum.
Kimsenin yardımı olmadan, bütün gün aralıksız bir şekilde çocukla ilgilenmenin zorluklarını anlamayan birçok insanın seni nasıl hafife aldıklarını biliyorum. Onlar, senin, çocuklar bir kenarda sessizce oynarken kahveni yudumladığını zannediyorlar.
Finansal bağımsızlığını özlediğini biliyorum. Başka insanların hafta sonu geldiği için sevinmesinin seni rahatsız ettiğini biliyorum çünkü senin için her gün aynı: hiç tatilin yok. Maddi karşılığını almadığın, gerçek bir iş yaptığın halde birçok insanın senin çalıştığını anlamadığını biliyorum.
Sevgili çalışmayan anne, nasıl yaptığını bilmiyorum. Sonsuz sabrını, her günü heyecanla karşılamanı ve çocukların seni yorduklarında bile onların hayatlarına neşe katabiliyor olmanı alkışlıyorum. Herhangi bir karşılık almadan, terfi, ün, maaş olmadan çalışıyor olmanı takdirle karşılıyorum. Çocuklarının kendilerini önemli hissetmelerini ve sevgi dolu bir ortamda büyümelerini istediğini biliyorum ve sen, sevgili çalışmayan anne, bunu en iyi şekilde yapıyorsun.
Seni anladığımı bilmeni istedim. İkimiz de anneyiz. Ve biliyorum.
Yolun diğer tarafından sevgiyle…
Çalışan Anne
Sevgili Çalışan Anne,
İnsanların, çalışmak için çocuklarını başkalarının bakımına bırakıyor olman yüzünden seni yargıladıklarını biliyorum. Bazı insanlar senin çocuklarını biz çalışmayan annelerin kendi çocuklarını sevdiği kadar sevmediğini bile iddia edip, çocuklar için en iyi şeyin evde anneleriyle olmak olduğunu söylüyorlar.
Bunu nasıl söyleyebilirler? Ben, senin çocuklarını diğer her anne kadar sevdiğini biliyorum. İşe dönmenin kolay bir karar olmadığını biliyorum. Artılarını eksilerini bebek olmadan çok önce tarttın. Hayatının en önemli kararlarından biriydi bu… Bunu belki öğrenciyken bile düşünüyordun.
Seni her yerde görüyorum. Sen, çocuklarım hasta olduğunda onları iyileştiren doktorsun. Sen benim çocuğumun alerjisini teşhis eden uzmansın. Sen kocamın sırt ağrılarını geçiren fizyoterapistsin. Vergi ödemelerimizi koordine eden mali müşavirsin. Oğlumun ilkokul öğretmenisin. Kreşimizin müdürüsün. Kızımın jimnastik öğretmenisin. Bize evimizi satan emlak uzmanısın. Sen olmasaydın bu dünya nasıl bir yer olurdu? Ya “bir annenin yeri evidir” diye ısrar edenlere teslim olsaydın?
Her işi, sana ve ailene uygun olup olmadığı konusunda tarttığını biliyorum. Spor yapabilmek ya da biraz olsun kendi kendine kalabilmek için herkesten bir saat erken kalktığını biliyorum. Akşam eve geldiğinde “ikinci mesai”nin başladığını biliyorum. Dışarıdan konuşanlar profesyonel işinin yanı sıra bir de koca bir evi idare ettiğini anlamıyorlar. Eve geliyorsun, yemek pişiriyorsun, çocuklarını yıkıyorsun, onlara kitap okuyorsun. Yataklarına yatırıp iyi geceler öpücüğü veriyorsun. Faturaları ödüyorsun, mutfak alışverişini yapıyorsun, çamaşır, bulaşıkla uğraşıyorsun, diğer tüm annelerin yaptığı gibi…
Çocuklarından daha fazla ayrı kalmanın seni suçlu hissettirdiğini, bu yüzden kendine ait zamandan fedakârlık yaptığını biliyorum. Çocuklarını kreşe bıraktığında işten kendin için izin almayı kendine çok gördüğünü biliyorum. İşe gidiyor olmanın senin için “izin” olduğunu düşündüğünü biliyorum. İşte geçirdiğin saatlerde hiçbir anı boşa harcamadığını biliyorum. Yemeğini masanda yediğini, kahve içmeye çıkmadığını, işine kendini tamamen adadığını biliyorum. Orada olmayı seçtin. Orada olmak istiyorsun.
Çocuklarına kimin bakacağı konusunda kılı kırk yardığını, birçok yuvanın çok iyi hizmet sunduğunu biliyorum. Çocuklarını sadece gerçekten sevilecekleri ve iyi bakılacakları bir ortamda bırakacağını biliyorum. Çocukların hasta olduğunda, belki de o günün kazancından vazgeçip onlara bakmak için evde kaldığını biliyorum. Böyle zamanlarda gizliden gizliye mutlu olduğunu, çocuklarınla olabilmekten büyük keyif aldığını biliyorum.
Her zaman orada olamadığın için suçlu hissettiğini biliyorum. Ama sevgili çalışan anne, şunu da biliyorum ki, sen çocuklarına çok iyi örnek oluyorsun. Onlara kadının kariyer sahibi olabileceğini, evin dışında çalışarak verimli olabileceğini, aynı zamanda sevgi dolu bir anne olunabileceğini gösteriyorsun. Kızlarına hayatlarında ne isterlerse onu olabileceklerini gösteriyorsun. Güç, dayanıklılık, tutku, direnç timsali oluyorsun, ve bunu da sevgi ve mutlulukla yapıyorsun.
Seni anladığımı bilmeni istedim. Çünkü ikimiz de anneyiz.
Yolun diğer tarafından sevgiyle…
Çalışmayan Anne
***

Oscar'da Kim Ne Giymiş?

YAZAR : Salı, Şubat 24, 2015
jennifer-lopez-nude-elie-saab-gown-oscars-2015


En beğendiğim elbise bu ama göğüs dekoltesi çok fazla bana göre. Benim 1 numaram Jenifer. Bizımlasın Jenifer:)

jessica-chastain-navy-blue-givenchy-gown-oscars-2015

Bu kıyafet çok kilolu göstermiş. Hem üst hem de alt tarafı geniş olmuş. Iıııh beğenmedim .Bizimla değilsın Jessica.

keira-knightley-valentino-couture-gown-oscars-2015

Ama sen ne yaptın böyle Keira ya. Olmuş mu? Senin gibi incecik bir hatun bu kadar tombiş görünen bir elbise giysin hiç yakıştıramadım. Hamile mi ki?  Ayrıca eteklerde ki o yazılar ne? Bizimla değilsın Keira.

lupita-nyongo-embroidered-calvin-klein-dress-oscars-2015
 
Bu kıyafeti de beğendim beyaz olmasına rağmen çok zarif durmuş.Lupita bizımlasın:)

margot-robbie-saint-laurent-black-dress-oscars-2015



Bu kıyafeti de benden başka beğenen olmadı. Biraz tesettürlü ama ben beğendim valla. Tek juri kararıyla bizimlasın Margot.

scarlett-johansson-green-versace-dress-oscars-2015

Bir numarayı Jenifer Lopez'le paylaşıyor fikrimce Scarlett'in elbisesi. Rengi zaten gönlümü çaldı. Ten rengine, göz rengine falan da çok yakışmış. Kesinlikle bizımlasın Scarlett.

zoe-saldana-nude-dress-oscars-2015

Çok zarif olmuş bence. Kalça kısmını biraz geniş göstermesi dışında bence çok hoş bir elbise.Bizimlasın Zoe .

dakota-johnson-saint-laurent-red-dress-oscars-2015


Bayan Grinin Elli Tonu. Duruşuyla sanki "burada ne işim var" diyor gibi geliyor bana. Elbise de ne bileeeeyiiiiim yaniiiiii çok mu sıradan? Sanki amcasının kızının düğününe gidiyor. Bizimle değilsın Dakota:(

Bu arada kendimi fena kaptırdım iş yerinde ki tüm bayanlara "stil günahı işlemişsin ayyy o renkle o giyilir mi? bu panton ne böyle çuval gibi, vb......" laflar ediyorum. Akşama kadar dayak yemezsem ne ala.
                                                                                                                 Şimdilik Hoşçakalın.



Bir Film: Uyuyana Kadar

YAZAR : Pazar, Şubat 22, 2015
 
Merhaba
Dün gece bu filmi izledik. Türü gerilim diyebilir miyiz? Bence deriz valla bayaaa gerildik izlerken ve hep merak ettik.Filmin sonuna kadar neredeyse katil kim anlamıyorsunuz. Çok ipucu vermeden şöyle diyebilirim ki katil demek doğru olmaz başarısız bir öldürme girişiminde bulunmuş kişi. Tabi başarsaydı katil olacaktı. O zaman katil diyebiliriz . Rastgele seçtim bu filmi. Konusu ilgimi çekti. Son dönemlerde bu tarz epey bir film izlemiş olmama rağmen ilgimi çekmesi ilginç aslında:) 
Bu tarz izlediğim ilk film "Bu gün Aslında Dündü". İkinci film "İlk 100 Öpücük" ve sonra da "Yarının Sınırında" en son da bu film.
Nicole Kidman her sabah uyandığında yaşadığı her şeyi en baştan hatırlıyor. Yani aslında 40  yaşında olmasına rağmen zihni  20'li yaşlarına dönüyor ve yaşadığı hayatı, şu an da içinde bulunduğu durumu her sabah yeniden öğreniyor.Eşi her sabah ona yaşadıklarının kısa bir özetini anlatıyor ve işe gidiyor. O işe gittikten sonra ev telefonları çalıyor ve adının dr. Nash olduğunu söyleyen birisi ona kamerayı bulmasını söyliyor. Kamera da her akşam ertesi güne kendine hatırlatma videoları çekiyor. Onları izleyip doktorla buluşuyor. Doktorla görüşmeleri sırasında 10 yıl önce saldırıya uğradığını ve ölmek üzereyken bulunduğunu, kafasına defalarca aldığı darbeler yüzünden 10 yıldır her sabah hafızasının 20'li yaşlara döndüğünü öğreniyor ve ona bunu yapanın kim olduğunu bulmaya ve iyileşmeye çalışıyor. Bu arada kime güveneceğini de bilmiyor.
  
Film de mantıksız bulduğum yerler olsa da farklı bir film . İzlenilebilir. Çocuğunun olduğunu öğrendiği sahneler  de epey duygusal. İMDP Puanı 6,2 . O kadar eder mi bilemedim şimdi. 
Filmden aklımda kalan oğluyla her sabah yaptıkları konuşma: Nicole Kıdman her sabah uyandığında oğluna diyor ki "uyandığında ilk ne düşünüyorsun" Oğlu da "kahvaltıda ne var" diye düşünüyorum. Peki sen ne düşünüyorsun anne?" Annesi de "bakalım bu gün heyecan verici neler olacak hayatımızda diye düşünüyorum" diyor. Çok sevdim, hatta bayıldım ve öğrendiğimiz kelimeyi cümle içinde kullanmak içinsabırsızlanıyorum:)

Şiir Gibisi Yok

YAZAR : Cumartesi, Şubat 21, 2015
 
 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel
Cemal SÜREYA
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ben şiir seviyormuşum:) İnsan kendisiyle ilgili pek çok şeyi bilmediğini fark ediyor. Yıllardır şiiri çok sevmediğimi sanardım. Niye böyle bir kanıya kapıldıysam.
Ama şiir sevmediğimi düşündüğüm zamanlarda bile çok sevdiğim bir şiir vardı: Üstü Kalsın


ÜSTÜ KALSIN

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın... 
 
Cemal SÜREYYA

 

Saçım Güzelse Güzelim

YAZAR : Cuma, Şubat 20, 2015


"Kendimi saçım güzel olunca güzel hissederim" diye reklam sloganı vardı Cindy Crawford oynuyordu. Çok gençler hatırlamazlar ama çok güzeldi o reklam filminde Cindy. Çok doğru bir slogan "Kendimi saçım güzel olduğunda güzel hissederim, tam anlamıyla güzel". Gerçekten de saçlarımız güzel olmayınca kendimizi kötü hissederiz. 
Benim saçlarım hep gür olmuştur, çabuk uzar, kolay şekil alır. Şanslıyım yani saç konusunda. Genetiğim iyiymiş:) Şahsen kendilerinden hiç şikayetim yok. Onlara o kadar kötü davranmama rağmen.Gençlik yıllarımda bir keresinde bir günde tam 7 kez boyatmıştım , istediğim rengi bulana kadar. Kulakları çınlasın bir kuaförüm vardı "koyult" dedikçe "sana açık renk yakışıyor,ben böyle seviyorum" demişti de kıyameti kopartmıştım "ben sevmiyorum sanane be adam kocam mısın? sevgilim misin? ne diyorsam onu yap" diye ciyaklamıştım. Aslında adamı mahkemeye versem kesin kazanırmışım. O gün tüm saç diplerimi tek tek hissetmiştim. Yani kafamda kaç tane saç teli olduğunu söyleyecek durumdaydım. O derece yani:) Siz tahmin edin artık. 
Benim saç maceralarım bitmez. Bir gün saçlarım sarıyken radikal bir karar verip simsiyah boyatmıştım. Ertesi sabah uyanıp aynaya baktığımda kendimi tanıyamamıştım. Yolda gören arkadaşlarımda tanıyamıyorlardı. Saç insanı çok değiştiriyor şekerim.
Hatta üniversite yıllığıma yakın arkadaşım Meltem "kel kalacaksın diye senden çok ben endişeleniyorum, rahat bırak artık şu saçlarını" diye yazmıştı:)
Amma artık yaş kemale erdikten sonra saç tellerimde incelmeye ve kırılmaya başladı artık. Uçları çatal çatal oldu. Eski parlaklığı kalmadı. Bunun üzerine son dönem moda olan Argan Yağı serumlarından kullandım ama öyle aman aman bir fark hissetmedim. Sonra ısırganlı-sarımsaklı falan şampuanlar, nem maskeleri falan kullandım. Ama en son aldığım Redist Keratinli saç serumu kadar beni hiç bir şey mutlu etmedi. Sıvı keratin varmış içinde. Daha yeni kullanmaya başladım ama farkı hemen farkettim. Kutunun üzerinde "yıpranmış saçları hızla onarır" yazıyor. "Boyanın rengini korunmasını, saç tellerini kırık oluşumuna karşı korunmasını sağlar ve hızla onarır" diyor kısaca. Hepimizin istediği şeyler öyle değil mi? Sonuç olarak ben 3-5 kullanım sonucunda değişimi farkettim. Memnun kaldım. Tavsiye ederim. Ben kuaför marketlerden aldım 10 TL'ye ama internette hepsiburada.com da 19.90 TL . Tam iki katı yani. Kuaför marketlere bakma şansınız varsa oradan almak mantıklı yani.

Şimdilik Ölümüne Kadar Hayattasın

YAZAR : Salı, Şubat 17, 2015
  * Özgecan'ın katledilmesi üzerine Beren Saat başta olmak üzere ünlüler kendi uğradıkları tacizleri anlatmaya başladılar. Belki de artık kadınlar konuşmalı. Tacize uğradıkları için kendilerini suçlayıp sessiz kalmamalı. Hangi kadın tacize uğramamıştır, var mıdır böyle bir kadın. Ben hiç sanmıyorum. Şiddet görmemiş kadın vardır da taciz görmemiş yoktur. Ne acı?* "Grinin 50 Tonu" filmine gittim pazar günü. Son günlerde ki olaylar sebebiyle sanırım filmden çok üzgün olarak çıktım. Kadın vücudunun oyuncak gibi, obje gibi , sahiplenilecek bir mal gibi görülmesinden başka bir şey düşünemedim film boyunca. Hatta neden gittim diye kızdım kendime. Niye para kazandırdım. Ama yorum yapabilmek için görmem gerekiyordu. Kadının aşağılandığını düşündüm. Üzüntüme üzüntü ekledim:(((Kadınlar neden kendilerine bunun yapılmasına izin veriyorlar?
*Beren Saat'i okumadıysanız buradan paylaşmak istiyorum. Çok doğru ve çok güzel yazmış.
"Uyku tutmaz bu gece, gözler dolar taşar boşalır… Yine yürüsek Taksim’e ne değişecek??... Kadın her geçen yıl daha değersiz bu ülkede… Biliyorum daha da sertleşecek her şey… Yine hafifletme, yine kadında suç arama, yine bulunur bir bahane… Yine aşağılanma… Yine mide bulantısı…Kadın olmak zor, güzel bir kız olmak çok zordur ülkemde… Bugün o güzel yüze baktıkça neler geçiyor aklımdan: İlkokulda etek açmayı oyun yapan sınıf arkadaşlarımın hedefi olmak, okul eteğiyle eve yürürken yediğim onca laf, dersane dönüşü karanlıkta hızlanan adımlarım, göğsüme bastırdığım kitaplarım, taksilerin arkayı izlemek için ayarlanan aynaları, çıkma teklifini kabul etmediğim için canımı acıtan okul arkadaşlarım, ev telefonundan yapılan sapık konuşmalar, peşimden apartmana girip 15 yaşındaki bana ereksiyon halindeki cinsel organının gösteren o çocuğun yüzü, ellerim titreyerek eve kaçışım ve bunu kimseye anlatmayışım, kıçımı hem de bir kanal gecesinde elleyen sarhoş bir kanal yöneticisiyle tartışmam, sevgilisi olmamayı gururuna yediremeyen partnerler, arkadaşımın evinde tuvalete zorla dalıp dudaklarıma yapışan bir oyuncuyu itişim, mesleğim yüzünden yaftalanışım, aylarca peşimden koşan birini sanki ben sevgilisinden ayırmışım gibi tam sayfa haber yapışları, gizlice çakallıkla servis edilen göğüslerimin silüeti davası mavası, bilir kişi raporu lehime çıkınca geri çekilen davaya kocası araya girdi haberi, daha bugün fermuarım açık kalmış haberleri, aman ne önemli!!! Kadına, bedenine, seçimlerine, haklarına saygı göstermeyen kafalar! Rağmen çok sanslıymışım diyorum artık, hep teğet geçmişim. Tecavüz, bıçaklanma, kesilip bavula tıkıştırılma, otobüs durağına komada bırakılma, yakılma yaşamadım. İnsanlık suçlarına göz yummak suçtur!!! Bir gün hesap sorulur!!! Cinsiyet ayırmaksınız her vatandaşın canını haklarını korumak görevinizdir!!! Dilerim son gününü hiç hatırlama Özgecan hayallerinle huzur içinde uyu."

ÖZGECAN

YAZAR : Pazartesi, Şubat 16, 2015
   Haberi ilk duyduğumda çocuklarımla akşam yemeğindeydik. İlk düşündüğüm şey çocuklarımın olayı duymamasıydı. Korumak istedim onları Türkiye'nin yada dünyanın çok acımasız bir yer olduğu gerçeğinden. Sesini kıstım televizyonun ama beynimde haber tekrar tekrar yankılanıyordu.
   Sonrasında aklımın bir köşesinde sürekli Özgecan'ı düşündüm. Kendisine yapılanlar esnasında bilincinin yerinde olmamış olmasını diledim. Bayılmış, sonrasında da hiç acı duymadan melek olup gitmiş olmasını istedim. Sanki o zaman daha kabul edebilirdim. Bir yerde okudum "Bağırmış mıdır acaba? Anne diye yardım istemiş midir? Bir an önce bitsin Allahım diye yalvarmış mıdır? Canı çok acımış mıdır?" bu ve bunun gibi bir sürü soru benim de kafamın içinde dönüp durdu.

   Ben çocuklarımı haberinden korumaya çalışırken zavallı annesinin neler hissettiğini düşündüm. Allahım çok büyük sabır versin ailesine. Bundan sonra insanların kızlarını tek başına biryerlere göndermekten daha çok çekineceklerini düşündüm. Hatta belki bazıları başka bir şehir bile yazdırmayacak kızlarına üniversite sınavında. Anneler kızları eve azcık geç kalsalar aşırı tedirgin olacaklar. Kızlar dolmuşlara, taksilere, otobüslere binmeye korkacaklar daha fazla.Bu korkuyu yaşamayanımız yoktur ya zaten. Artacak iyice.
   Sosyal medyada okumuşsunuzdur diye düşünüyorum İngiliz Yargıcı. Gece yarısı parktan geçen bir kızı taciz eden bir adama 7 yıl 7 gün hapis cezası verince gazeteciler sormuşlar "Adam kıza elini bile sürmemiş taciz suçu için bu ceza çok değil mi?" Yargıç"Kızı korkutmanın cezası 7 gün . 7 yıl İngiliz Kızlarının gece yarısı sokakta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezası" demiş.
   Bizde de olmalı caydırıcı cezalar. İdam cezası da olmalı. Katilin ifadesini okudum , hiç yakalanmayacağını düşünmüş. Ceza almayacağını düşünmüş. Onun için cesaret edebilmiş. Olmalı ki kimse cesaret edemesin bir daha. 


Blogger tarafından desteklenmektedir.