Badla Filmi Yorumu

YAZAR : Çarşamba, Haziran 26, 2019
badla filmi ile ilgili görsel sonucu

Blogları gezerken rastladığım ve ilk fırsatta izlediğim film olur kendileri:) Uzun zamandır film yorumu yazmamış olduğumu fark ettim gerçi uzun zamandır blog yazılarım da çok seyrekleşti. Hatta bir ara artık yazmayacağım galiba diye düşünüyordum ama öyle olmuyormuş. Yazmak insanı kendine çekiyor. Yani bir kere başladınız mı kolay kolay bırakamıyorsunuz:) Sosyal medya, instagram çıktı böyle oldu:)

badla filmi ile ilgili görsel sonucu

Filme gelecek olursak, film Hint yapımı.Badla Hintçe intikam demekmiş. Son dönem daha güzel filmler yapıyorlar diye düşünüyorum Hint sineması, sizce de öyle mi?
Filmin konusu; Başrolde genç girişimci bir kadın bir gün bir otelde uyandığında başına darbe almış ve yanında sevgilisi ölmüş olarak bulur kendini. Olay da suçlanan tek kişi odur ve kendini aklamak için güçlü bir avukat bulur. Hiç dava kaybetmemiş avukatla aralarında ki konuşmalarla olayları çözmeye çalışırlarken kadının anlattıklarını flashbackler şeklinde izliyoruz. Bir süre sonra gerçek ne , kim doğru söylüyor birbirine karışıyor ama hiç sıkılmadan izleyebiliyorsunuz. Merak ve gerilim sonuna kadar devam ediyor. 

badla filmi ile ilgili görsel sonucu

Film boyunca başrol oyuncusu yukarıdaki hatunun tavırlarına sinir oldum. Boşvermiş, hiç bir şeyi önemsemez tavrı çok rahatsız ediciydi. Anlatmaya başladığında yasak ilişki , kaza ve kazayı örtbas etme, cinayet gibi bir sürü şey ortaya çıkıyor. Kaza sonucu ölen çocuğun anne babasına çok üzüldüm bir de film boyunca. Kadının çırpınışları çok dokunaklıydı. 
badla filmi ile ilgili görsel sonucu 

Çok fazla ipucu vermeden diyebilirim ki filmin sonunda zeka, para ve gücü yeniyor. Başlangıçta göründüğü gibi olmadığını görüyorsunuz her şeyin,  filmin sonunda. Daha fazla anlatmayayım , merak edin, izleyin. Ben beğendim filmi öneririm. 
 O zaman izleyeceklere keyifli seyirler.


Prag Gezisi

YAZAR : Pazartesi, Haziran 24, 2019
Sömestr tatilinde Orta Avrupa Turu'na gittik. Macaristan-Slovakya-Avusturya-Çekya, 5 gün 4 ülke. Kısa bir zamanda gezilecek yerler değil . Fragman gibi düşünülebilir bu tur. Her ülkenin bir şehrinde yaklaşık 1 güne denk geliyor ki süre çok kısa . O yüzden bu tura katılmayı düşünüyorsanız bunu bilerek katılın. Her ülkeye "ceeee" deyip çıkıyorsunuz:) 
Dört ülke arasında en beğendiğim, tadı damağımda kalan şehir Viyana oldu. Hiç bu kadar beğeneceğimi düşünmemiştim bu şehri. İhtişam ve zenginliği her yerde hissedebildiğiniz bir şehir. Ama ben bu yazımda Prag'tan bahsetmek istiyorum.
Prag bana romantik bir şehir gibi hissi verdi. Çok soğuk bir dönemde gitmiştik ki zaten gittiğimiz yerler coğrafi olarak soğuk yerler. Bir daha gidersek bahar aylarında gitmeli diye karar verdik:)


Yukarıda ki fotoğrafta görmüş olduğunuz Prag'ın en ünlü yeri, Saat Kulesi. Old Town'da bulunuyor . Kocaman bir saat ve her saat başı saatin içinden havarileri temsil eden  küçük figürler çıkıp selam veriyor , küçük bir gösteri yapıyorlar.
Alttaki iki fotoğrafta yine Prag'ın en turistik yerlerinden birisi Charles Köprüsü.Old Town'u şehre bağlayan köprü.






Köprünün üstünde çok sayıda heykel var. Hepsi de dini temalı heykeller. Yukarıda ki fotoğrafta heykeli canlandırdık bizde:)


Köprünün altında da heykeller var. Ve kuğular.



Kuğular öyle güzel ki, hiç kaçmıyorlar insanlardan. Yiyecek bekliyorlar. 


Kafka Müzesi'nin önündeki "İşeyen Adamlar Heykeli" . Çekya ve Moralya haritalarının şeklinde bir havuzun içerisinde dönen ve işeyen:) iki adam heykeli. Rehber bu heykellerin iki ülke arasında ki sidik yarışına atıfta bulunmak için yapıldığını anlattı. 



Kafka Müzesi'nin önü.




Kafka ve Ben:)

Güzel bir geziydi ama çok kısaydı. Tekrar olsa gider miydim? Sadece Prag , sadece Viyana şeklinde giderdim ya da her şehirde en az 2-3 gün kalmalı turları tercih ederdim. Sayısal olarak çok ülke gördük ama önemli olan nicelik değil nitelik.

Babalar Günü- Prenses Kadınlar - Reha Muhtar

YAZAR : Pazartesi, Haziran 17, 2019
Nostaljik pazartesi yapmamıştım uzun zamandır. Babalar günü'ne istinaden aşağıdaki yazımı paylaşayım o halde.

Uzun zamandır devam eden bir "kahvaltı günü"m var. Uzun yıllar dost olduğum, artık birbirimizi iyi tanıdığımız ve yanlarında rahat olduğum dostlar. Onlarla sohbet hep çok hoş olmuştur. Pazar günü yine onlarla günüm vardı. O kadar doyamadık ki muhabbete öğleden sonra hepimizin işleri olmasına rağmen epey oturduk, ayrılamadık:)
Grupta ki arkadaşlardan 2 tanesi babasınUzun yıllardır devam eden bir "kahvaltı-brunch günü"m var. Uzun yıllar dost olduğum, artık birbirimizi iyi tanıdığımız ve yanlarında rahat olduğum dostlar. Onlarla sohbet hep çok hoş olmuştur. Pazar günü yine onlarla günüm vardı. O kadar doyamadık ki muhabbete öğleden sonra hepimizin işleri olmasına rağmen epey oturduk, ayrılamadık:)
Grupta ki arkadaşlardan 2 tanesi babasını erken yaşta kaybetmişler. Onlar bize "siz prenses kadınsınız, babasının prensesi kadınlardansınız" dediler. "O ne ki" dedik biz de "öyle bir tanımlama mı var" . "Var tabi " dediler ve bana Reha Muhtar'ın "Babası Olmayan Kadınlar" ve "Prenses Kadınlar" yazısını okumamı söylediler. Ben bugün "Prenses Kadınlar"ı paylaşıyorum sizinle. Yarın da diğerini paylaşacağım.Yazıya çok katılmasam da doğruluk payı yok değilı erken yaşta kaybetmişler. Onlar bize "siz prenses kadınsınız, babasının prensesi kadınlardansınız" dediler. "O ne ki" dedik biz de "öyle bir tanımlama mı var" . "Var tabi " dediler ve bana Reha Muhtar'ın "Babası Olmayan Kadınlar" ve "Prenses Kadınlar" yazısını okumamı söylediler. Ben bugün "Prenses Kadınlar"ı paylaşıyorum sizinle. Yarın da diğerini paylaşacağım.Yazıya çok katılmasam da doğruluk payı yok değil


Prenses kadınlar...

“Prenses Kadınlar, bir Prensese nasıl davranılması gerektiğini erkeğe gösteren kadınlardır...”

Bunu söyleyen kadın, bunu söylerken kendisinin de aslında bir prenses olduğunu söylemektedir...

Aslında her kadın biraz prenses kadındır...

Sadece bazıları az, bazıları çok prenses kadınlardır...

Oysa hepsi her durumda bir parça prenses kadın olmayı arzular...

Hepsinin çocukluk günlerinde onlara “prensesim” ya da “kraliçem” diyen ya da prenses ve kraliçe gibi davranan babaları vardır...

Kadınlar ilk prenseslik derslerini babalarından alırlar...

***


Kadın hayatları, çocukluk yıllarında babadan aldığı prenseslik derslerine göre şekillenirler...

Kadınlar erkeklere istediklerini yapma egzersizlerini ilk olarak baba üzerinde denerler...

Alttan girip üsten çıkma, gerekirse ağlama, çokça nazlanma, arada bir kucağa oturup zıplama, tatlı dil, güler yüz, gerekirse küs...

Kadın hayatları bu yöntemleri baba üzerinde deneyerek gelişir, serpilir...

Gençlik yıllarında kendilerinden çok daha banal ve yüzeyde buldukları erkekler üzerinde denenerek oturtulur...

Kadınların gençlik hayatlarından, sille yememiş erkek bulunmaz...

Öyle veya böyle her erkek, bir kadın sillesi yemeden hayata atılmaz...

Akıllı olanları bu silleden ders çıkaranlarıdır...

Akılsızlar, hayat boyu sille yemeyi alışkanlık yapanlardır..

Alışkanlık bozuldukça arananlardır...

Arandıkça bulanlardır...

***


Kadınların genç kızlık silleleri profesyoneldir...

Baba üzerinde denenmiş, doğruluğu kanıtlanmış, geçerliliği garantilenmiş yöntemler, çocuk yaştaki erkekleri oyuncak gibi oynatmak için yeterlidir...

Baba üzerinde kazanılmış büyük başarı, çocuk yaştaki yaşıt erkeklerle pekiştirilip, prenses kadınlığa geçiş tamamlanır...

Genç kız eğer güzelse üstelik babası tarafından prensesler gibi sevilirse, ortada sorun kalmayacaktır... 

Prenses kadın büyüyecektir...

Erkek hayatları alaboralara yönelecektir... Kadın prensesliklerinin sonu ve sınırı yoktur...

Ne kadar verilirse daha fazlası istenecektir...

Babanın müthiş sevgisi karşıdaki erkekte aranacaktır...

Her halükarda bir dediğinin iki edilmemesi erkekten istenecektir...

Bulunmadığında üzülünecektir...

***


Babasından çok sevgi gören kadınlar sevgiye doymazlar...

Babalarından çok sevgi gören kadınlar, aynı sevgiyi erkekten isterler...

Bulamazlarsa hayal kırıklığı yaşarlar...

Adamı hemen bırakıp yeni hayata yelken açarlar...

Bir erkek en az babası kadar iyi değilse, kadını mutlu edemez...

Ondaki arayışlara son veremez...

Biraz olsun kendini huzurlu hissedemez...

Babadan daha hanzo erkekler, kadın karşısında yıkılırlar...

Hırt yerine konurlar...

Adamdan sayılmadığı gibi insandan da sayılmazlar...

Daha çok alternatifsizlikler arasında damızlık niyetine kullanılırlar...

Kadının çocuk duygusunu giderecek şifa olma duygusuyla yetinirler...

***


Prenses kadınlar daha çocukluklarından prenses olmaya başlarlar...

Önce babanın prensesi olur, sonra yaşıtı erkeklerin prensesi olarak devam ederler...

İyi şeylerin hepsini birden isterler...

Asla yetinmezler...

Bir erkeğe bir prenses kadına nasıl davranacağını dikte ettirirler...

Aslında hep içten içe ürkerler...

Bir gün gelip prensesliğin biteceğinden gizli gizli ürperirler... 

Bilirler ki prensesleri prenses hissettiren esasen erkektir...

Erkek olmazsa prenseslik beyhude olabilecektir... Yalnız geçirilen bir prenseslik mümkün görünse bile, bu prenseslik sadece aynaları mutlu edebilecektir...

(Mina’ya Mektuplar kitabından)

*****


RUHUMDAKİ BABA, İÇİMDEKİ SEVGİLİYE HADDİNİ BİLDİRİYOR... “BEN”, “BANA KARŞI”YIM...

İtiraf ediyorum...

Mina’ya Mektuplar kitabından aldığım Prenses Kadınlar yazısını, bir Prenses Kızın babası olduğumu hissederek değil, Prenses Kadınlar’ın zaman zaman erkeği olduğumu hissederek yazdım...

Fena halde Prenses Kadınlar’ın babalarının aleyhine yönelik bir subjektivizmin batağındaydım!..

Prenses Kadınlar’ın zaman içinde üzerimde yarattıkları sinsi psikoloji, analizin ruhunda karşıt bir esans oluşturmuştu...

Prenses Kadınlar’ı yetiştiren babaları içimin derinliklerinde pek “hayırla yad etmeyen” bir erkek sevgilinin dipsiz nevrozlarındaydım...

***


İtiraf ediyorum ki o yazıyı yazdığım 2005’lerden bu yana Ayşe Nazlı büyüdü...

Mina gelince; üç yaşına bastığı gün, “Prenses Kadın olmaya namzet bir ‘afet’in halet-i ruhiyesini” çoktan benimsemişti bile... 

Kendi Prenses Kız’larıma baktığım nokta-i nazariyeden, durum istikbaldeki meçhul sevgililere yönelik vahim bir tablo içermiyordu...

Bunu gördükten sonra karar verdim;

İnsan subjektivizmi sınır tanımıyor...

Baba subjektivizmi erkek subjektivizmini fersah fersah geride bırakıyor...

***


Şimdi baktığımda “Prenses Kadınlar” yazısını yazan “ben”e, şimdiki “ben”im burun kıvırıyor...

“Elbette öyle olacaktı” diyor “Ne olmalarını bekliyordun ki Prenses Kadınlar’ın?..” türü bir “had bildirme” psikozunun içinde buluyorum kendimi...

Hayret!..

“Ben”, “bana” karşıyım...

İçimdeki “Prenses Kızlar’ın babası”, ruhumdaki “Prenses Kadınlar”ın sevgilisine karşı...

Ruhumdaki baba, içimdeki sevgiliye haddini bildiriyor...

Şu anda “Beni bırakma baba” diyen kızımın, ruh halindeki oyuncu karakter varlığımı esir almış durumda...

İstikbaldeki meçhul sevgililerin “Prenses Kız”larımın isteklerini karşılamaması ahvalinde, kendilerine hızla yol verilmesinin zaruretine inanmaktayım... 

Bir babayla bir sevgili arasında vukuu bulan insan subjektivizminin vahşi ve uzlaşmaz çelişkisinden ürpermekteyim içten içe...
                                                                                       REHA MUHTAR
Blogger tarafından desteklenmektedir.