Memleketimden Ebeveyn Manzaraları

YAZAR : Perşembe, Nisan 30, 2015
Memleketimden Ebeveyn Manzaraları

   Kızımın rahatsızlığı dolayısıyla hastanenin çocuk servisinde  geçirdiğimiz 72 saatte, duygusal anlarım dışında, ebeveynleri gözlemledim. Gözlem yapmayı çok seviyorum. Öncelikle biz bir devlet hastanesinin aciline gittik. Yaklaşık 1,5 saat sıra bekledik. Ama sıra beklerken gelen hasta profiline baktığımda, yalan olmasın, yaklaşık yarısının acil olmadığına karar verdim kendi kendime. Çünkü mesela ateşi var diye getirdikleri çocuk hiç yerinde durmuyor, hoplayıp zıplıyordu. Hatta ben hiç bir art niyet olmadan saf saf "hasta çocuk bu mu?" diye sordum ve gayri ihtiyari "iyileşmiş maşallah hoplayıp zıplıyor" dedim. Annesi eminim bana çok sinir olmuştur:)
Beklerken yanımıza bir çift geldi. Dört ellerinin üzerinde 6 aylık bir bebek taşıyorlardı. Aman allahım o ne ilgi, o ne ihtimam. Ellerinde dijital derece 2 dakikada bir bebeğin ateşini ölçüyorlar. Bir anne ölçüyor bir baba. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Hatta "2 dakikada değişmemiştir ateş, sakin olun" dememek için de epey zorladım kendimi. Ama "ne rahatsızlığı var bebeğin" diye sordum(Eskiden anneme kızardım hastanede herkesle konuştuğu için. Ona benzemeye başladım. Yaşlanıyomuyum ne). "Aşı yaptırdık ta ateşi 38'in altına düşmeyince getirdik" dediler. Ben de "hımmmm" dedim:) Çok anlamlı bi hımmmmm dı ama .
Sonra sıra bize geldi muayene olduktan sonra müşahade odasında kızıma serum takıldı. Yan odada bir bebek ölmüş:( Annesi "emzirdim, uyuttum, komşuya gittim, döndüğümde nefes almıyordu" demiş hemşireye. 6 aylık bebeği 3 saat evde yalnız bırakmış kadın. Döndüğünde de ölmüşmüş. Acayip soğukkanlı görünüyordu, hiç ağlamıyordu.
Sonra kızımı çocuk cerrahisi bölümüne yatırdılar. 2 yatak vardı. Diğerine de 9 aylık bir bebek geldi. Ne olduğunu bilmedikleri bir şey yutmuş ve akciğerinde kalmış. Nefes almakta zorlanıyordu. Hemşireler "annesi çocuğu şöyle tut" deyince yanındaki bayan "annesi değil anneannesiyim, annesi dayanamaz böyle şeylere" dedi. İki gözüm iki çeşme ağlarken bile kulak kabarttım ve "neye dayanamıyormuş annesi" diye merak ettim.
Sonra annesi geldi ve anneanneye dediki: "anne bak çocuğu ameliyata alacaklar başında refakatçi olarak kalmayı kabul edersen izin kağıdını imzalıycam ama kabul etmezsen ben kalamam biliyosun, dayanamam" dedi. İnanamaz gözlerle baktım. Genç bir anneydi.Yazık diye düşündüm kendisi büyümeden anne olmuş.
Kızım ameliyata girdiğinde eşim dışarda beklerken bu genç anneyi görmüş. Bana dedi ki: "bakar mısın şu bayanda anne hiç senin gibi ayılıp bayılmıyor, çok metanetli" dedi. Bana o anneyi örnek gösterdi. İnanabiliyor
 musunuz? 


   Neyse sağ salim iki çocukta ameliyattan çıktı. Çok şükür atlattık. Ama bir kez daha ebeveynliği sorguladım. Ya çok abartı bir şekilde dünyanın merkezi yapıyoruz çocuklarımızı ya da acayip ilgisiziz. Ben hangi kategoriye giriyorum diye düşündüğümde(yapmam gerekenleri bilmeme rağmen) sağlıksız bir davranış sergileyerek ölüp bayılan, çocuğu söz konusu olduğunda metanetli olamayan kategoriye girdiğimi fark ediyorum. Çuvaldızı kendime batırıyorum. Ama bu konuda güçlü olmak çok zor geliyor bana. Bu konularda ahkam kesmek çok kolay ama başa gelince işin rengi değişiyor.
Şimdilik hoşça ve sağlıklı kalın. Sevdiğiniz herkes te sağlıklı olsun inşallah. Herşeyin başı sağlık.


Zor İnsanlar

YAZAR : Salı, Nisan 28, 2015
ZOR İNSANLAR
Doç. Dr. Şafak Nakajima
‘’Hayat bizi, bize ait olmayan problemler sorarak, zor koşullar ve zor insanlarla test eder!’’
Ünlü yazar Terry Brooks’un bu sözü, günlük hayatta yaşadığımız sıkıntıların önemli bir kaynağını, güzel özetler!
Gerçekten de yaşadığımız sıkıntıların birçoğu, çevremizdeki zor insanların yarattığı sorunlardan kaynaklanır.
Kimdir ‘’Zor İnsan’’?
Ne yapar?
Zor insan, size kendinizi kötü, dışlanmış, aşağılanmış, huzursuz, tükenmiş, öfkeli veya çaresiz hissettirir.
Kimisinin davranışları patlayıcıdır, etik ilke tanımaz!
Kimisi açık sözlü değildir ve onun gerçekten ne düşündüğünü ve hissettiğini anlayamadığınız için, içinizde derin bir güvensizlik yaratır.
Bazıları iş birliğinden kaçınır; sorumluluk üstlenmez.
Ters giden şeylerin sorumluluğunu size yıkar.
Zor insanlar, negatif ve aşırı eleştirel olabilir.
Yıkıcı eleştiri yaparken, yapıcı önerilerde bulunmaz, destek vermez.
Zor insan kimi kez annenizdir, kimi kez babanız.
Kıskanç kardeşiniz, ihmalkâr eşiniz ya da sevgiliniz, emeğinizin yanı sıra duygularınızı da sömüren patronunuz, paylaşım ve işbirliğinden kaçınan meslektaşınız, her şeyi eleştiren arkadaşınız, anlamsız zorluklar çıkaran müşteriniz, kural tanımaz çocuğunuz, zor insan olabilir.
Onlarla birlikteyken, her şeyin bir anda nasıl ters döndüğüne, neden ortada somut bir şey olmasa bile içinizin huzursuzlukla dolduğuna akıl erdiremezsiniz.
Kafanız karışır, kendiniz gibi olmamaya, tuhaf davranmaya başlarsınız.
Zor insan, hayatı mahvetmeye hazır zehirli bir gaz veya saatli bir bomba gibidir.
Zor insanlardan tamamen kaçınabilmek imkânsız olduğuna göre, yapmamız gereken şey, onlarla nasıl başa çıkılacağını öğrenmektir.
Bunun ilk adımı da, onları yakından tanımak, hangi koşullarda nasıl davrandıklarını bilmektir.
Çünkü zor insanlar her zaman açıkça saldırgan değildirler!
Büyük çoğunluğu bir tebessümün arkasına gizledikleri sinsi zorluklarla hayatınızın altını oyar.
Bir sonraki yazımla, zor insanların farklı gruplarına ve özelliklerine daha yakından bakmaya başlayacağız…
Uzun bir yazı dizisi olacak; çünkü zor insan çok!
Bu arada önemli bir noktayı da gözden kaçırmamakta yarar var:
Yazı dizisi, kendinizi tanımanıza da yardımcı olabilir.
Kim bilir, belki de zor olan insan, sizsinizdir!

Bağırsak ve Psikoloji İlişkisi

YAZAR : Pazartesi, Nisan 27, 2015

Son zamanlarda çok sık bu konuya rastlar oldum. Bu bilgiyide sizinle paylaşmak istedim. Çok ilginç bilgiler var.



Bağırsak ve Psikoloji İlişkisi

Bağırsak ve Psikoloji Sendromu

İçin Doğal Tedavi Yöntemi 

Bağırsak-Beyin İlişkisi ve Psikoloji Sendromları

1c3d8a98e8e0c05663ade12497f40da9[1]2f63bb51ffb9eb34407ad323312e1104[1]998071f09400b7487669487fc6a1044b[1]


Anormal, hasarlı ve geçirgen bağırsak florası ​nedeniyle; toksinler, ağır metaller, katkı maddeleri, iyi sindirilemeyen besinler, bağırsak duvarından kana ve kan yoluyla beyne gider.
Bu yüzden toksinlenen beyin; ​otistik, şizofrenik, epilepsik, depresif, hiperaktif, disleksik, manik vb. semptomlar gösterir.
“GAPS’lı (Bağırsak ve Psikoloji Sendromlu) çocuk ve yetişkinlerde, bazen çok şiddetli şekillerde sindirim problemleri vardır. Çeşitli derecelerde kolik, şişkinlik, gaz, ishal, kabızlık, yemek yeme güçlükleri ve yetersiz beslenme; otizm, şizofreni ve diğer GAPS hastalıklarının tipik birer parçasıdır. Aynı şekil​de GAPS’lı çocuğunun normal dışkı yaptığını söyleyen ebeveyn neredeyse yoktur. Yüzlerce otistik çocukla çalışan Dr.Wakefield ve ekibinin bulguları yanısıra, dünya genelinde klinik gözlemleriyle otistik çocuklarda şiddeti kişiye göre değişen sindirim bozuklukları olduğunu destekleyen pek çok doktor var. Şizofreniyi, çölyak gibi sindirim anormallikleriyle ilişkilendiren C. Dohan, R. Cade, K. Rachelt, A. Hoffer, C. Pfeiffer ve başka doktor ve bilim insanları; şizofrenide de bir bağırsak-beyin bağlantısı olduğunu çok ciddi bilimsel bulgularla kanıtladılar. Otizm ve şizofreni dışında; DEHB, disleksi, dispraksi, epilepsi, bipolar bozukluk gibi neredeyse bütün GAPS hastalarının da farklı derecelerde sindirim problemleri yaşadığı biliniyor. Soru şu: Neden GAPS’lı çocuk ve yetişkinlerin sindirim sistemi bu durumda? Bunun, akıl sağlıklarıyla ne ilgisi var?
Modern tıp, biz insanları farklı sistemlere ve alanlara böldü: kardiyovasküler sistem, sindirim sistemi, sinir sistemi, vb. Bu bölümlere göre her biri insan vücudunun belirli parçalarıyla ilgilenen farklı tıp uzmanlıkları yaratıldı: kardiyoloji, gastroenteroloji, jinekoloji, nöroloji, psikiyatri, vb. Böyle olmasının bir sebebi var. Yıllar içinde tıp bilimiyle ilgili biriken devasa miktarda bilgi var. Dünyada hiçbir doktor hepsini detaylarıyla bilemez. Uzmanlaşmak doktorların belirli bir ilgi alanına odaklanmasını, o alana iyice hâkim olup konularında ustalaşmalarını sağlar.
Ancak doktorlar, uzmanlıklara ayrılarak çalışılmaya başladığından beri bir sorunun farkındalar. Bir alanda uzmanlaşan doktorlar, en iyi bildikleri organları incelemeye eğilimli oluyor, vücudun geri kalanını göz ardı ediyorlar. Her organın vücudun geri kalanıyla birlikte var olduğu ve işbirliği içinde çalıştığı unutuluyor. Her bir sistemin, organın, dokunun ve hatta hücrenin diğerine bağlı olduğu, birbirini etkilediği ve birbiriyle iletişim kurduğu vücudumuz bir bütün olarak yaşar ve çalışır. Hiçbir organ, vücudun geri kalanını hesaba katmadan bırakın tedavi edilmeyi, muayene bile edilmemelidir.
Tıbbın özellikle bir alanı, ilgili organı vücudun geri kalanından ayırarak inceler. Bu alan, psikiyatridir. Akıl sağlığıyla ilgili sorunlar; genetik, çocukluk deneyimleri, psikolojik etkilenimler gibi pek çok açıdan incelenir. Hesaba katılacak son yer hastanın sindirim sistemidir. Modern psikiyatri sindirim sistemini hiç hesaba katmaz. Oysa tıp tarihinde, psikiyatrik hastalıkların sadece bağırsağın “temizlenmesiyle” iyileştirildiğine dair yeterince örnek bulunuyor. Ünlü Japon Profesör Kazudzo Nishi, psikiyatrik vakaların en azından onda birinin, bağırsağın kendi kendini toksinlemesinden kaynaklandığını düşünüyordu.
Psikiyatri hastalarının büyük çoğunluğu sindirim sorunları da yaşar; ancak bunlar genellikle doktorlar tarafından göz ardı edilir. Bağırsak-beyin ilişkisi, çoğu günümüz doktorunun nedense anlayamadığı bir ilişkidir. Milyonlarca antidepresan, uyku hapı ve hastaların beyinlerine etki etmesi için sindirim sistemlerine aldıkları daha bir sürü ilaç reçete etmelerine rağmen, sindirim sistemi ve beyin arasındaki bağlantıyı hala göremiyorlar. Alkolün beynimizi nasıl etkilediğini herkes bilir. Alkollü içecekleri nasıl tüketiriz? Elbette içerek ve sindirim sistemimize göndererek. Ama beyinlerimizi etkileyen toksik maddeleri tüketmemiz gerekmez. Sindirim sistemimizde bazı mikropların bulunması, kendi vücudumuzda sürekli bir toksisite kaynağına sahip olmamız için yeterlidir.  Bir önceki bölümde söylediğimiz gibi, GAPS’lı bir kişinin sindirim sistemi, vücudun ana toksisite kaynağı haline gelir. GAPS’lı çocuk ve yetişkinlerin anormal bağırsak floraları, bilinmeyen sayıda çeşitli nörotoksinler üretir. Bu toksinler hasarlı bağırsak duvarından kana geçerler ve böylece beyne ulaşırlar. Hangi toksinlerin bir araya geldiği kişiye özeldir. Bu yüzden her GAPS hastası birbirinden çok farklıdır. Söylediğim gibi, anormal floranın ürettiği toksinlerin sayısı bilinemez. Yine de GAPS’lı çocuklarda ve yetişkinlerde yaygın olarak görülen bazı nörotoksinler hakkında elle tutulur bir bilgiye sahibiz. Bu toksinler herhangi bir kişiyi akıl hastası yapabilir. Geçen bölümde bazılarına göz atmıştık. Ne yazık ki incelenecek daha çok hastalık var.
Etanol ve asetaldehid:
Otizm, DEHB, şizofreni, disleksi, dispraksi ve diğer psikolojik problemler söz konusu olduğunda alkolizm genellikle akla gelmez. Ama aralarında ciddi bir ilişki vardır. GAPS hastalarında çeşitli faktörlere bağlı olarak patolojik vücut florasının aşırı çoğaldığını biliyoruz. Bu patojenlerin bir grubu da neredeyse istisnasız olarak, aralarında Candida türlerinin de bulunduğu mayalardır. Mayalar, glikozla ve diğer şeker türleriyle beslenir. Şeker, karbonhidratların sindirilmesiyle açığa çıkar. Bu biyokimyasal süreçte Candida ve diğer mayalar, besinlerden alınan glikozu alkole (etanol) ve yan ürünü olan asetaldehide çevirirler.  Alkol ve yan ürünlerinin moleküler ağırlığı düşüktür. Bu sayede vücuttaki bariyerleri kolaylıkla geçerler. Kana kolayca karışır, plasentayı geçerek anne karnındaki bir cenine rahatça ulaşabilirler. Hamilelik, bağışıklığın doğal olarak baskılandığı bir süreçtir. Bir kadının vücudunda hali hazırda Candida artışı varsa, hamilelik durumu daha da kötüleştirir. Alkolün özellikle de çocuklar için toksik olduğunu hepimiz biliyoruz. Çok az miktarlarda da olsa, sürekli alkol alımından etkilenmeyecek bir organ yoktur.
Asetaldehid, alkol yan ürünlerinin en toksiği olarak bilinir. Bu kimyasalın en yıkıcı etkilerinden biri, proteinlerin yapısını değiştirebilme yeteneğidir. Büyük oranda proteinlerden meydana geliriz. Hormonlardan enzimlere kadar vücudumuzda bulunan sayısız ve çeşitli aktif madde proteindir. Yapıları asetaldehidle değiştiğinde, fonksiyonlarını gereğince yerine getiremezler.  Alkol ve asetaldehid, vücutta pek çok temel besini işe yaramaz hale getirir. Örneğin proteinlere bağlanan asetaldehid; nörotransmitter üretiminde, yağ asitlerinin metabolizmasında ve vücutta daha pek çok süreçte rol alan B6 vitamininin işlevsel eksikliğine yol açar. İşlevsel eksiklik nedir?
Kişi, besinlerden yeterince B6 vitamini alabilir ama asetaldehid, bu vitaminin proteinler üzerindeki çalışma alanını işgal ederek işini yapmasına engel olur. Böylece vitamin vücutta amaçsızca dolaştıktan sonra dışarı atılır. Bu durum sadece B6 vitamini değil, işlevini yerine getirmek için proteinlere bağlanması gereken daha birçok maddenin başına da gelir.
GAPS hastalarında bir başka yaygın işlevsel eksiklik, tiroit yetmezliğidir. Tiroit bezi yeterince hormon üretse de, çalışma alanları asetaldehid ve diğer toksinler tarafından işgal edilmiştir. Sonuç olarak kişide tiroit yetersizliğinin tipik belirtileri olan depresyon, cansızlık, yorgunluk, kilo alma, vücut ısısı kontrolünün zayıflaması, bağışıklığın zayıflaması, vb. görülür.
​Glüten ve kazeindeki opiatlar:
Afyon, morfin, eroin gibi madde bağımlılarının yaygın olarak kullandığı uyuşturuculara, opiatlar denir. Peki, bunların GAPS’lı çocuklar ve yetişkinlerle ne ilgisi vardır? Glüten tahıllarda; en çok da buğday, çavdar, yulaf ve arpada bulunan bir proteindir. Kazein; inek, keçi, koyun, insan sütlerinde, diğer sütlerde ve süt ürünlerinde bulunan süt proteinidir. GAPS’lı hastalarda bu proteinler gerektiği gibi sindirilemez ve kimyasal yapıları morfin, eroin gibi opiatlara benzeyen maddelere dönüşür. Şizofreni, otizm, DEHB, doğum sonrası psikoz, epilepsi, Down sendromu, depresyon ve romatizmalı atardamar yangısı gibi bazı otoimmün hastalıklarda, hastaların idrarlarında glütenomorfin ve kazomorfin adı verilen glüten ve kazein peptitlere rastlanır. Tahıllarda ve sütte bulunan bu opiatların kan-beyin bariyerini geçip tıpkı morfin veya eroin gibi beynin bazı bölgelerinin işlevini engellediği düşünülüyor. GAPS’lı bağırsakta, kötü sindirim ve kötü emilim tablosu ortaya çıkar. Bu esnada patojen bakteriler, mantar ve virüsler bağırsak duvarına zarar vererek; kazomorfin, gliadomorfin gibi kötü sindirilmiş proteinlerin ve diğer maddelerin kana karışmasına ve beyne gitmesine izin verirler.
Glütenomorfin ve kazomorfinler üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda Glütensiz ve Kazeinsiz Diyet (GKD) geliştirildi. Bazı otistik çocuklarda bu diyet sayesinde ciddi gelişmeler kaydediliyor. Ancak çoğu çocukta bir etkisi olmuyor. Çünkü GAP sendromu, glütenomorfinler ve kazomorfinlerden çok daha fazla bileşen içeriyor. Bu yüzden hastaların çoğu diyet uygularken GAPS’ı diğer pek çok açıdan da ele almalı.
Diğer toksinler:
Önceki bölümde Clostridia ailesi ve toksinlerinden bahsetmiştik. Bu ailenin üyeleri oksijensiz ortamda yaşadığı için incelenmeleri çok zordur. Ancak Dr. William Shaw, Clostridia’ya karşı geliştirilen ilaçlarla ciddi ilerleme kaydeden otistik çocukları kitabında detaylarıyla ele almış. Ne yazık ki bu çocuklar ilaç kesilir kesilmez yine otizme geri dönüyorlar. Geçen bölümde bahsettiğimiz gibi Clostridia ve bağırsaktaki diğer patojenlerle başa çıkmanın en iyi yolu, sağlıklı bir bağırsak florası oluşturmak ve yararlı bakteriler sayesinde doğal yollardan kontrol sağlamaktır. Otistik çocuklarda, biyokimya alanında çalışan Dr. Alan Friedman tarafından başka korkutucu toksik maddeler de bulundu. Deltorfin ve delmorfin adlı bu kimyasallar ilk kez Güney Amerika’da, zehirli bir kurbağa türünün derisinde keşfedildi. Yerliler, düşmanlarını felç etmek için oklarının ucunu bu kurbağanın salgıladığı mukusa batırıyorlardı. Deltorfin ve delmorfin, son derece güçlü nörotoksinlerdir. Dr.Friedman bu toksinleri kurbağanın değil, kurbağanın derisinde yaşayan mantarların ürettiğini düşünüyordu. Bu mantarların otistik çocukların bağırsaklarında ortaya çıkması mümkündür. Gelecekteki araştırmaların bu konuyu açıklığa kavuşturacağını umuyoruz. GAPS hastalarında başka bir dizi güçlü toksin daha tespit edildi ve araştırıldı. Bu kitapta bunların hepsini inceleyemeyiz. Ama bilmemiz gereken önemli nokta, GAPS’lı çocukların ve yetişkinlerin oldukça toksik bireyler olduğudur. Bu toksisite sindirim sistemlerinden kaynaklanır. Bu yüzden tedavi için her şeyden önce kişinin sindirim sistemine odaklanmalıyız. Sindirim sistemindeki problemler ortadan kalkmasıyla,  psikoloji sendromları da ortadan kalkacaktır.
Kaynak: “GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu için Doğal Tedavi Yöntemi” kitabı;
Yazar: Uzm. Dr. Natasha Campbell-McBride,

Hayat Sen Plan Yaparken Başına Gelen Şeylerdir......

YAZAR : Cuma, Nisan 24, 2015
Hayat Sen Plan Yaparken Başına Gelen Şeylerdir......
   
 Bazen sanki hayat insanı omuzlarından tutup sarsıyor "kendine gel, saçma sapan şeylere üzülme, her an her şey olabilir, her şey insanlar için" diyor. Ben neden mi bunu yazdım şimdi. Çünkü beni 3 gün önce omuzlarımdan tutup sarstı kendisi. Kızım hastalandı ve acil ameliyat olmak zorunda kaldı. Ve ben hayatta hiç bir şeyin sevdiklerimden daha değerli olmadığını bir kez daha hatırladım. Aslında bildiğimi ve hep şükrettiğimi düşünürdüm ama daha fazla bilmem gerekiyormuş herhalde. Başıma gelen her şeyden almam gereken mesajları alıp yoluma devam etmeliyim. İnsan en sevdikleriyle sınanırmış. Bir arkadaşım dedi ki "en sevdiğin şey ne bu hayatta?" hiç düşünmeden "çocuklarım" dedim. O da bana "çocuklarınla sınanırsın o zaman" dedi. Tokat yemiş gibi olmuştum. "Hayır öyleyse sevmiyorum o kadar çok" dediğimi hatırlıyorum. Hani derler ya "Allah düşmanıma bile vermesin" aynen hiç kimseye vermesin inşallah.

 


El Refleksolojisi

YAZAR : Salı, Nisan 21, 2015

Herşey Bittikten Sonra

YAZAR : Pazartesi, Nisan 20, 2015
Herşey Bittikten Sonra

Selamlar
Hafta sonu İstanbul'daydık ailecek. Her gittiğimde hayran olduğum ama trafiğe çıkınca "yok ya burada yaşanmaz" dediğim büyülü şehir. Bu sefer İstanbul'a biraz acıdım. Ya da o yönünü fark ettim diyebilirim. "Yeditepeli şehri tepe tepe kulanmışlar" Hor kullanılmış bir mücevher gibi değeri bilinmemiş, hırpalanmış. Ama yine de muhteşem, yine de vefakar. 
Üniversitedeyken yurtta ki 3 oda arkadaşım İstanbul'luydu. Her gece uyumadan önce sohbetlerimiz vardı onlarla. Onlar İstanbul'u çok özlediklerini anlatıp iç çekerler, anlata anlata bitiremezlerdi. Hiç anlam veremezdim o zamanlar "altı üstü bir şehir , insan bir şehre aşık olur mu canım" diye düşünürdüm. Şehri güzel yapan içinde yaşayan sevdiklerindir. Şehir sevilmez ki orada yaşadıkların sevilir diye düşünürdüm. Sonra bir gün onlarla birlikte bir hafta sonu Eskişehir'den trenle İstanbul'a gezmeye gittik. Haydarpaşa'da indik. Biz Eskişehir soğuk olduğu için sarıp sarmalanmıştık. Ama İstanbul'a iner inmez esen meltem , sonra vapurla karşıya geçerken denizde ki martılar, vapurda çalan müzik bana "bir şehre aşık olunabilirmiş" dedirtti. Ama ben yinede uzaktan sevmeyi tercih ederim kendisini.
Defalarca gitmeme rağmen Ayasofya'ya gidememiştim. Bu sefer kısmet oldu. Yine içinde kocaman bir iskele vardı. Eşim dedi ki "herhalde 15 yıldır buranın tadilatı bitmedi". Gerçekten de merak ettik niye bitmez ki?


Cumartesi günü Gebze tarafında "Ballıkayalar" diye bir yer varmış. Oraya gittik.  Bir dere ve gölet var. Tam oturacakken çekmişler beni:)
 Resimde tırmanan bir adam var. Dikkatli bakmak lazım görmek için. 
 Tepede bir mağara vardı. İçini merak ettik aslında ama epey yüksekteydi.
    Doğa harikası bir yer. Tavsiye olunur. Bize çok iyi geldi. Çıkardık ayakkabılarımızı, öyle gezdik.Negatif elektirik falan kalmadı. İnsan zaten doğadan uzaklaşınca stres yaşarmış.
Yani İstanbul bize iyi geldi. 3 günlük bir tatilden epey dinlenmiş olarak döndük.


Duygular ve Organlar

YAZAR : Perşembe, Nisan 16, 2015

Merhabalar
   Bir kaç yıl önce Louise Hay'in "Düşünce Gücüyle Tedavi" kitabını okumuştum ve ilk defa o zaman "aaa evet olabilir, çok doğru" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonrasında konuyla ilgili daha fazla kitap, yazı vb.... ne varsa okumuş ve etrafımdakilere teşhisler koymuştum:). Mesela bir gün müdürüm bana dedi ki; "kulaklarımda bir sorun var biraz yüksek sesle konuşur musun? Seni duymuyorum".( Ki ben epey yüksek sesle konuşan biriyimdir). Hemen teşhisi yapıştırdım "Son günlerde duymak istemediğiniz şeyler mi var hayatınızda?" İlk önce şaşırdı ama sonra biraz düşündü ve "evet olabilir aslında" dedi. 
   Başka bir gün bir arkadaşım sırtının çok ağrıdığını söyledi ve ben de hemen "sırtında yük olarak gördüğün birileri ya da bir sorumluluğun var senin" dedim. O da şaşkın şaşkın baktı ve "haklısın" dedi. Haklıyım tabi:) Boşuna okumadık o kadar bilgiyi değil mi ama? 
   Başı ağrıyan bir arkadaşım migren atağının tuttuğundan yakınıyordu. Ona da ne dedim biliyor musunuz? "Fazla mükemmeliyetçilerin hastalığıymış migren. Her şeyi kontrol etmek isteyen ve herşeyin mükemmel olmasını isteyen insanların hastalığı" dedim ki az da olsa tanıdığım bir insandı ve öyleydi biraz:)
   Düşünce Gücüyle Tedavi kitabının son sayfalarında ,yaşanan hastalıklar ve bunların olası nedenleri listesi var. İnternetten de bulabilirsiniz. Ama ben kendimle ilgili bir olayı anlatmak istiyorum. Benim yıllardır PMS(Adet Öncesi Gerginlik) sıkıntım vardır. Bu dönemde çok sinirli, çekilmez, depresif, ağlak vb...... kötü şeyler olurum. Ve insanlarla ilişkilerim bozulur. Bu dönemde hep birileriyle kavga ederim. Bir çok kadında oluyormuş bu. Ama ben epey şiddetli yaşıyordum.Hatta hapishanelerde suç işleyen kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada bu kadınların %98'nin adet öncesi dönemde suç işlediğini tespit etmişler(korkunç değil mi? Ona göre beyler ayağınızı denk alın:)) Hipnozla bir çok hastalığın sebebini bulduğunu ve iyileştirdiğini söyleyen bir arkadaşım var. Bu durumumu biliyor ve bana bir gün dedi ki "gel seni hipnoz yapayım neden böyleymişsin bulalım, çözelim" . Pek te inanmayarak ama çok merak ederek "tamam" dedim. Seans esnasında hipnoz olup olmadığımı kendi kendime sorgularken arkadaşım bana sorular soruyordu. Ben de bir yandan "hipnoz bu mu? Ama ben tamamen bilincimi kaybetmedim ki" falan diye düşünürken arkadaşımın sorduğu bir soruya verdiğim cevap karşısında az kalsın küçük dilimi yutacaktım. "Nasıl yani?" dedim. "Bunu bildiğimi bilmiyordum. Bunu hatırlıyor olamam" falan dedim. Ne olduğunu söylemeyeceğim bu bir sır ama sıkıntıyı yaşama sebebimin "kadın olmayı kabullenmeme, kadınlığı sevmeme, inkar etme ve direnme" gibi bir sebebi olduğu ortaya çıktı. Sonrasında arkadaşım çözüme yönelik telkinler verdi ve seans bitti. Asıl seans sonrası ilk PMS dönemimin nasıl geçeceğini merak ediyordum. İnanır mısınız çok rahat geçirdim. Louise Hay'de Adet Öncesi Gerginliğin sebebinin bu olduğunu söylüyormuş(çok sonra okudum bunu). 

     Aslında basit. İnsan vücudu sinyaller veriyor. "Bak beni çok yoruyorsun, yapma bana bunu" diyor ve bir organ bozuluyor. Gözlerinizle ilgili bir sıkıntı yaşıyorsanız bakın bakalım hayatınıza son dönemlerde neyi görmek istemiyorsunuz. Ya da geçmişte, gelecekte görmek istemediğimiz şeyler olduğunu anlatıyor. 
Şimdilik hoşçakalın.......

Her Başarılı Erkeğin Arkasında Bir Kadın Vardır

YAZAR : Salı, Nisan 14, 2015
Her Başarılı Erkeğin Arkasında Bir Kadın Vardır

 

Bir gece Obama ve eşi Michelle, rutin hayatları dışında bir şey yapmak istedi ve çok lüks olmayan bir restorana akşam yemeği için gitmeye karar verdi.
Başkan ve eşi otururken restoranın sahibi geldi ve başkanın koruması olan gizli servise "First Lady ile özel olarak konuşabilir miyim?" diye sordu.
İstek onaylanınca görüşme yapıldı.
Bu konuşmanın ardından Başkan Obama, "Neden seninle konuşmakla bu kadar ilgilendi?" diye Michelle 'e sordu. Michelle de onun gençlik yıllarında kendisine aşık olduğunu aktardı.
Başkan Obama sonrasında
"Yani, eğer onunla evlenmiş olsaydın şimdi bu güzel restoranın sahibi olurdun." dedi.
Michelle cevapladı:
" Hayır. Eğer onunla evli olsaydım, Amerika'nın şu anki başkanı o olurdu." dedi.

30 Yaşında Emekli Olan Adam

YAZAR : Pazartesi, Nisan 13, 2015
30 Yaşında Emekli Olan Adam
 
Günaydınlar
   Üstteki resim ne hoş değil mi? Hayatı güzelleştiren insanlar iyi ki varlar. Renklendiren, gülümseten insanlar. Daha çok olmalı böyle insanlardan.
    Bugün size tasarruflu olmakla ilgili aldığım kararlardan ve 30 yaşında emekli olan adamdan bahsedeceğim. Tam da kredi kartlarım tavan yapmışken, nereye varacak bu işin sonu diye kara kara düşünürken bu yazıya rastlamam bir tesadüf müdür? Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur derler. Bana evrenin bir mesajı var sanırım. Ya da yoğunlaştığımız konularla ilgili şeyler karşımıza çıkıyor.
     Yazının tamamını okumak isterseniz tık tık.
     Cumartesi günü bir AVM'ye gittik. Hiç aklımızda olmayan (acayip indirime girmişti:)), almasak ta olur bir sürü şey alıp taksitlere böldürüp çıktık. AVM'leri bu yüzden sevmiyorum artık. Yoldan çıkartıyorlar insanı.
Bir ara kredi kartımı kullanmamaya karar vermiştim. Bu yüzden onu yatak odasında ki gardrobun altına, ulaşamayacağım kadar derinlere ittirdim. Bir hafta geçmeden sanırım onu oradan nasıl çıkarabilirimin yollarını denedim. Başaramayınca eşimden yardım istedim. "Ne olur çek şu dolabı kartımı alayım" dedim ama istikrarsızlığımın ortaya çıkmasına mı yanayım? Eşimin "yapamadın dimi kartsız" diye dalga geçmesine maruz kaldığıma mı yanayım? Neyse eşim dolabı çekmenin mümkün olmadığını, ancak taşınırken alabileceğimi söyleyince yaşadığım hayal kırıklığı anlatılamaz:( Tekrar kredi kartı istedim tabi hemen. Yani böylece bana daha pahalıya mal oldu bu kararım:( 
   Ama bu adamın hikayesini ve benzer hikayeleri okuduğumda bana ilham veriyorlar. Arkadaşın ismi Pete ve röportajından bir alıntı: "Para harcama mevzusuna bakışı şöyle: “Borçlanmak, külüstür bir trenle hasarlı bir köprüden geçmeye çalışmak gibidir. Yiyecek ve kira harcamalarının dışında harcama yapmak bu trende oturup dördüncü fincan çayınızı sipariş etmeye benzer.
Çok para biriktirmenin sırrı az şey almakta. En önemlisi: işe bisikletle gidilebilecek mesafede yaşıyor olmak. Az araba kullanmak. Gereksiz araba kullanımı çoğu insanın zannettiğinden fazla parasını götürüyor.
Uzun vadeli düşünmek zorundasınız. Bir çift düşünün, ayrı ayrı işe giden bu insanlar her gün 30 kilometre yol tepiyor. Benzine verdikleri üç beş kuruş gibi gelebilir. 10 yıl içerisinde benzin, bakım giderleri 150 bin doları bulacak. Araba da geçen zamanın getirdiği maliyetleri de düşünürsek 300 bin dolara varan bir gider söz konusu. İşe arabayla gidip gelmek başlı başına “beş parasız” ve “milyoner” farkını oluşturmaya yetiyor.
Yine aynı şekilde yeme-içme masraflarını düşünürseniz haftalık 100 dolarlık restoran harcaması 10 yılda o günün para değeriyle 75 bin dolar eder. Starbucks alışkanlığı 10 yıllık araba masrafından daha fazla tutuyor zaten".
Aynı sitede bir de "iki ev arkadaşı bir yılda nasıl 56 bin dolar tasarruf etti?" başlıklı yazı var. Onu da okumanızı tavsiye ederim. Oradan da alıntı yapacak olursam beni en etkileyen bölümleri aşağıda bulabilirsiniz.
"Kanada’nın en zengin yerleşim bölgelerinden Calgary’de yaklaşık iki yıl önce 33 yaşındaki muhasebeci Geoffrey Szuszkiewicz aylık harcamalarını analiz etmeye başladı. Fark ettiği şey kendi ifadesiyle bir yaşam tarzı girdabıydı, ne kadar kazanırsa kazansın giderleri hep gelirine oranla fazla kalacaktı".
"2013 yılının Ağustos ayından Ekim ayına dek evdeki bütün tüketim malzemelerini aşamalı olarak azalttılar. Sonrasında elektronik aletleri, ve sonrasında kıyafetleri… Ardından dışarıda yemek yemek, kuaföre gitmek, benzin almak, evde arkadaşlara ziyafetler sunmak gibi alışkanlıklarını kestiler. Her yere bisikletle ya da yürüyerek gitmeye başladılar. Yaşadıkları bölgenin uzun ve soğuk kışına rağmen… İşine 35 dakika yürüyerek giden Geoff kışlık botlarını giymeden, kaşkolları sarmadan, uzun donsuz dışarı çıkmadı. Soğuğa ve o mesafeye hazırlıklı olmak biraz zordu ve belki biraz zaman alıyordu ama daha yeni başladıkları “hiçbir şey almama yılı”nda 4 buçuk kilo vermişti bile. Uzakta bir yere gitmesi gerekirse otobüse biniyordu. Kendi deterjanlarını ve yer temizleyicilerini yaptılar. Bulaşık için kullandıkları sabun tabaklarda garip bir doku bıraktığından onu marketten almaya devam ettiler".
Önceleri harcama alışkanlığınız nasıldı?
Geoffrey: Bir maaş çekinden diğer maaş çekine yaşadığım bir hayatım vardı. Bu özel yılla birlikte eve getirdiğim paranın yüzde 65’ini tasarruf edebildim. 2012 yılında mezun oldum ben. Artık bir yetişkin ne satın alırsa ben de alabilirdim! Bir araba aldım. Sonra cafcaflı bir koltuk… Çokça seyahate çıktım. Hoşuma giden her şeyi satın alır oldum. A.B.D.’ye çokça gittim. Berlin’i gezdim. Her yıl Burning Man festivaline gider, haftasonları dağ yürüyüşlerine katılırdım.
Julie: Sürekli arkadaşlarımla dışarıda takılırdım. İçerdik. Kafelere giderdik. Geoff beni aylık harcamalarıma göz atmam konusunda ikna ettiğinde kafayı üşüttüm. Param inanılmaz yerlere gidiyordu. 15 dolar şu içkiye, 40 dolar bu yemeğe derken… Hiçbir zaman yemeyi, içmeyi abartmamıştım ama yine de harcamalar bir araya gelince sonuç ürkütücüydü.
G: Yeme-içmeye çok fazla param gidiyordu benim de. Bu arada her ay saç kesimim için 150 dolar harcıyordum.
J: Ben üç ayda bir kuaföre gider, boyatır, kestirir; 250 dolarımı orada bırakır çıkardım. Dolayısıyla bu geçtiğimiz “hiçbir şey almama” yılında 1000 dolardan fazla sadece saç kesiminden tasarruf ettim. Sadece bir diş macunu almaya çıktığımda makyaj malzemesi, dergi, şampuan derken bir bakıyordum fişe, 75 dolar harcamışım. Şimdi meyve-sebze almam gerekmedikçe markete uğramıyorum bile.
Darısı başımıza a dostlar. Bana bir süre gider bu gaz. Keşke kalıcı olsa. Şimdilik hoşçakalın......

Bugün Okul Nasıl Geçti?

YAZAR : Perşembe, Nisan 09, 2015

Çocuklarınıza “Bugün Okul Nasıl Geçti?” Diye Sormadan Okulun Nasıl Geçtiğini Anlamanın 25 Yolu


Bu yıl çocuklarımdan biri dördüncü, diğeri ise birinci sınıfa gitmeye başladı. Ve ben kendimi her gün onlara aynı soruyu sorarken buluyorum: “Bugün okul nasıl geçti?” Ama maalesef onlardan sürekli aynı cevapları alıyorum, üstelik bana aslında hiçbir şey anlatmayan cevaplar: “İyi” ya da “güzel”.
Ama ben çok daha fazlasını bilmek istiyorum!!
Ya da en azından ‘tam’ bir cümle duymak istiyorum. Geçen gece oturup okulla ilgili sorabileceğim farklı ve ilgi çekici sorulardan oluşan bir liste yaptım. Sorularım mükemmel değil, ama en azından onlara uzun cümleler şeklinde cevaplar alabiliyorum. Hatta bazı sorular çok ilginç sohbetlere dönüşebiliyor. Bazen de çok eğlenceli cevaplara. Ama en önemlisi bu sorular, çocuklarımın okul hakkında ne düşündüğünün ve hissettiğinin içyüzünü anlamama yardım ediyor.
1. Bugün okulda olan en iyi şey neydi? (Bugün okulda olan en kötü şey neydi? )
2. Bugün seni güldüren bir şeyi anlatsana.
3. Eğer seçme şansın olsaydı, sınıfta kimin yanında oturmak isterdin? (Kimin yanında oturmak istemezdin? Neden?)
4. Okuldaki en harika yer neresi?
5. Bugün duyduğun en tuhaf kelime hangisiydi? (ya da birinin anlattığı en tuhaf şey)
6. Bu akşam öğretmenini arasam, senin hakkında bana neler anlatır?
7. Bugün herhangi birine nasıl bir yardımın dokunmuştur sence?
8. Bugün herhangi birinin sana nasıl bir yardımı dokundu?
9. Bugün öğrendiğin bir şeyi anlatsana.
10.Bugün en çok ne zaman mutlu oldun?
11. Bugün en çok ne zaman sıkıldın?
12. Eğer sınıfına bir uzay gemisi inseydi ve uzaylılar birini ışınlasalardı, kimi almalarını isterdin?
13. Teneffüste daha önce hiç oynamadığın birisiyle oyun oynasaydın, o kişi kim olurdu?
14. Bugün olan iyi bir şey anlatsana.
15. Bugün öğretmen en çok hangi kelimeyi kullandı?
16. Sence okulda neyi daha çok öğrenmelisin/yapmalısın?
17. Sence okulda neyi daha az öğrenmelisin/yapmalısın?
18. Sence sınıfta kime karşı daha iyi davranabilirsin?
19. Teneffüste en çok nerede oynuyorsun?
20. Sınıfınızdaki en komik kişi kim? Neden komik sence?
21. Öğle yemeğinin en sevdiğin yemeği hangisiydi?
22. Eğer yarınki öğretmen sen olsaydın, neler yapardın?
23. Sınıfta okula ara vermeye ihtiyaç duyan biri var mı sence?
24. Eğer sınıfta herhangi biriyle yerini değiştirebilecek olsaydın, kiminle pazarlık yapardın? Neden?
25. Bugün okulda kalemini kullandığın üç farklı zamanı anlatır mısın?
*****
Şimdiye kadar en güzel cevapları 12, 15 ve 21′inci sorulardan aldım. “Uzaylı” olana benzeyen sorular, çocuklara, sınıfta kimi istemediklerini söylemenin tehdit edici olmayan bir yolunu sunuyor. Böylece size “neden” diye sorabildiğiniz bir sohbetin kapısını açıyor. Bu konuşmalar daha önce hiç bilmediğiniz konuların açılmasını sağlıyor.
Aldığımız cevaplar bazen gerçekten çok şaşırtıcı oluyor. 3′üncü soruyu sorduğumda çocuklarımdan birinin, sınıfta artık en iyi arkadaşlarından biriyle oturmak istemediğini keşfettim. Bunu kötü niyetinden ya da karşı tarafı üzmek istediğinden değil, başka insanlarla da bir şeyler yapabilme olanağı kazanmak için istiyordu.
Çocuklarım büyüdükçe, onlarla ilişkimi koruyabilmek için sürekli daha fazla çalışmak ve emek vermek zorunda olduğumu biliyorum. Ama bildiğim bir şey daha var: Buna kesinlikle değer!
Çeviri: Demet Sunar

Otizme Farklı Bir Tedavi

YAZAR : Çarşamba, Nisan 08, 2015

Otizme Farklı Bir Tedavi

Merhabalar
Bu gün sabah gazetesinde okuduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum sizlerle. Tıp dünyasından bir bayan doktorun endi çocuğuna otizm teşhisi konmasıyla yaptığı araştırmalar ve bulduğu yöntemle oğlunu iyileştirmesinden bahsediyor. Otizm teşhisi konduğunda mesleğinin bu hastalığa çare bulamadığı gerçeği onu harekete geçirmiş ve çok ilginç bir şekilde otizm, depresyon ve şizofreni gibi bir çok hastalığın ana kaynağının bağırsaklar olduğunu farketmiş. Ve gerçekten de kendi oğlu başta olmak üzere bir çok otizmli çocuğu iyileştirmiş.  Aşağıda sabah gazetesinde yayınlanan röportajın bir kısmını yayınlıyorum. Devamını okumak isterseniz http://www.sabah.com.tr/pazar/2014/10/26/tip-dunyasinda-ezber-bozdu
 

Dr. Natasha Campbell-McBride, otizmli olan kendi oğlunu ve 10 binden fazla otizmli çocuğu, uyguladığı doğal GAPS diyetiyle iyileştirdi. Şizofreni, depresyon, MS gibi psikiyatrik hastalığı olan yüzlerce hastayı da aynı yöntemle tedavi eden nörolog sadece SABAH Pazar'a konuştu: Tıp bilimi hastalıkları kalıplara koyuyor ve sorunu çözmüyorlar. Hastalıkların ana kaynağı bağırsaktır. İnsanı doktorlar değil sadece doğa iyileştirir.

Kendisinden, Türkçe'ye Adalin Yayıncılık tarafından çevrilen "GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu İçin Doğal Tedavi Yöntemi" isimli bir kitapla haberdar oldum. Kitabı inceledikçe nöroloji ve beslenme alanında uzmanlaşan Dr. Natasha Campbell-McBride'in yöntemine ilgim arttı. Kitap kendi kendinizi tedavi edebileceğiniz reçeteler barındırıyordu zira. Bir konferans için geldiği İstanbul'da buluştuğumuz Dr. Natasha, otizm teşhisi konulan oğlunu kendi doğal yöntemiyle tedavi ederek binlerce otizmli hastanın ışığı olmuş. Otizm yanında şizofreni, dispraksi, disleksi, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, epilepsi, MS gibi bütün hastalıkların bozuk bağırsak florası nedeniyle beynin toksinleşmesi sonucunda ortaya çıktığını kaydeden Dr. Natasha, "Tıp bilimi hastalıkları kutucuklara koyar, beyin ve bağırsak arasındaki ilişkiye bakmaz. Antibiyotiklerle bu denge daha da bozulur. Acil ve hayati durumlarda elbette tıbba ve doktorlara ihtiyaç var. Ama doğru şeyleri yersek birçok kronik hastalıklar iyileşir" diyor. Çok çarpıcı açıklamaları olan McBride'in önemli uyarıları var: Süpermarketlerden yiyecek almayın, tahıl kullanmayın, diyetinizi değiştirin, doğal otları kullanın, kimyasalları bırakın, güneşe çıkın. İnsanı doktorlar değil sadece doğa iyileştirir. 
- GAPS adını verdiğiniz bağırsak ve psikoloji sendromu fikri nasıl ortaya çıktı? 
- Ben nöroloji doktoruyum. Nörolojik hastalarla ilgilenen büyük bir hastanede çalışıyordum. Ve hepsinin çok ciddi sindirim problemleri olduğunu keşfettim. Ama bizim bildiğimiz klasik tıpta nörologlar sindirim sistemine hiç bakmazlar. Beyin ve bağırsak arasında bir ilişki kurmazlar. Ancak bir bağlantı olması gerektiğine inandım. Çünkü bağırsak florası diye bir kavram var. Ve hücresel olarak genetik yapılanmamız yüzde 90 bağırsak florasından etkileniyor. 

- Bağırsak, beyinden daha önemli yani? 

- Öyle. Yaşadığımız mikro sistemde vücudumuz bir kabuk aslında. Ve yaşadığımız her şey bağırsak florasından kaynaklanıyor. Orası çok iyi organize olmuş mikro dünyadır. Bakteri, mikrop, mantar, solucanlar var. Hem de trilyonlarca! Ve bilim bunu yeni araştırmaya başladı. Mikroplar birbirini yiyor, birbirini kontrol ediyor. Sağlıklı insanda yararlı bakteriler daha hakim ve zararlı trilyonlarca mikrobu kontrol ederler. 

- Denge nerede bozuluyor?

- Antibiyotiklerin II. Dünya Savaşı'ndan sonra keşfiyle başladı her şey. Özellikle ampisilin gibi antibiyotikler kötü bakteriler gibi iyi bakteriyi de öldürüyor. Bağırsak florasının tekrar dengeye gelmesi haftaları, ayları alıyor. Ama bu sırada kötü bakteriler hücum edip bağırsağı kaplıyorlar. Kötü bakteriler yayılırken iyi bakterilerin yayılmasını da engelliyorlar. Art arda antibiyotik kullanımında da bu kötüye gidiş artıyor. 


GENLERİMİZ KADERİMİZ DEĞİLDİR 
- Tek sorumluluğu antibiyotiklere yüklemek yanlış olur herhalde? 
- Elbette tek sorumlu antibiyotikler değil. Başka faktörler de var. Diş hekimlerinin ağzımızda uyguladığı tedavilerdeki işlemlerde civa ve çeşitli toksinler bağırsağımızı etkiliyor. Civa içeri girer biz yutarız ve onlar kötü mikropların artmasına neden olur. Annelerin bebeklerini emzirmek yerine mama ile beslemesi bu hastalıkları artırır. Annenin mahsur kaldığı bütün kimyasal yüklenmeler, kullandığı makyaj malzemeleri de dokuz aylık hamilelik sürecinde bebeğe gidiyor. Bebek toksin bir yüklenmeyle doğar. 
- Bu hastalıklar antibiyotikler keşfedilmeden önce yok muydu? 
- Antibiyotikler hayat kurtarır ama çok ciddi hastalıklarda kullanmak gerekir. Bu hastalıkların salgınlığı hep antibiyotiklerin keşfinden sonra gelişti. Mesela otizm 25 yıl önce on binde bir çocukta vardı. Bugün 40 çocuktan birine otizm teşhisi konuyor. Bilim adamları 2020'de iki çocuktan birinin otizmli olacağını öngörüyor. Bizim genlerimiz kaderimiz değildir. Doğarken o kadar çok genetik seçeneğimiz var ki... Yediğimiz yiyecekler ve çevredeki toksik yük hangi hücrelerin baskın kalacağını ve hangi kanser hücrelerinin uyanacağını belirliyor. Kanser, MS gibi rahatsızlıklar böyle oluşuyor. 
- Çocuğunuzun otizm olduğunu anladıktan sonra mı bağırsak florasına yöneldiniz?
- Benim çocuğuma otizm tanısı konulduğunda bu benim kişisel bir meselem oldu. Ve o anda profesyonel mesleğimin otizm konusunda bir şey yapamayacağını öğrendim. Bunu asla kabul edemezdim ve araştırmalarıma hız verdim. O zaman farkettim ki otizmli çocukların hepsinin bağırsak florasında problem var. Ve anladım ki bu florayı iyileştirirsem otizm de yok olacak. Şimdi otizm teşhisi konan çocuğum 21 yaşında, üniversiteye gidiyor ve çok sağlıklı. Ancak şu an dünyanın her yerinde binlerce otizmli çocuğu hayata döndürmek için uğraşıyorum.

MükemmeL Kadın Olmayın

YAZAR : Salı, Nisan 07, 2015
Mükemmel Kadın Olmayın
Mükemmel kadın olmayın.
İyi bir eş, anne, dişi, seksi, ev hanımı, iş kadını,
dost, evlat, sevgili ve
daha birçok şey olan mükemmel kadın,
neden mutsuz olur...
Çünkü bu kadınlar başkaları için yaşarlar..
Bir ilişkide kadın, eşinin hayatını gereğinden fazla kolaylaştırdığında,
iyi bir iş yapmış olmaz.
Her sorunu çözebilen, sorumlulukları üstünde taşıyan,
düzeni koruyan ve bunun için insanüstü çaba gösteren kadın,
karşısındaki erkeğin genetiğini bozar.
İnsan doğası almaya, tüketmeye eğilimlidir ve rahata çabuk alışır
Mükemmel kadın,
her konuda başarılı olduğundan,
karşısındakine yapacak bir şey bırakmaz.
Armut piş, ağzıma düş..
İlişkiler, paylaşım olmadan büyümez..
Kadın ve erkeğin gelişimi, yaşamın getirdiği sorumluluklar,
dersler ve çaba ile doğru orantılıdır.
Çocuğunun okul ödevlerini kendisi yapan bir anne,
evladının öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini engellediğinin farkında değildir.
Aynı durum ilişkilerde de geçerlidir.
Eşinin işlerini üstlenen,
yapması gerekenleri onun yerine yapan,
beceremediklerini bir şekilde halleden mükemmel kadın,
mutsuz olmaya mahkumdur.
İşin garip tarafı,
bu yapıdaki kadınların ilişkileri,
genellikle hayal kırıklığı ile biter.
En çok aldatılan, terk edilen kadınlar,
kusursuz kadınlardır.
Neden aldatıldıklarını anlayamazlar.
Üstelik, eşlerinin seçtikleri kadınlar,
kendilerinden çok daha vasıfsız olanlardır.
“Benim neyim eksikti”
Bu cümlenin cevabı havada kalacaktır,
hatta şok etkisi bile yaratabilir ama eksik olan kusurdur.
İlişkiler paylaşım üzerine kuruludur.
Mükemmel kadın, eşinin yapacaklarını üstüne aldığında, zaferlerini de elinden almış olur. ,
Çaba göstermek uğraşmak için ortada sebep bırakmaz.
Heyecanı, hevesi kalmayan bir eş,
doğal olarak gidip, kendini göstereceği,
yaratacağı başka ortamlar arar.
Çevrenizdeki insanları bir düşünün.
İçlerinde, mükemmel olduğuna inandığınız ama hala neden evlenemediğini ya da mutsuz bir ilişkisi olduğunu anlayamadığınız kişiler yok m…
Dışarıdan bakıp, dört dörtlük kadın dediklerinizle birlikte yaşadığınızı hayal edin.
Hazır bir hayat.
İlk başlarda çok keyifli gelse de, zaman içinde son derece sıkıcı,
tek düze ve boş bir yaşam şeklini alır.
İnsani egonuz zarar görür..
Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek,
onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak,
hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek,
gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek,
karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için,
görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.
Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar.
lişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın..
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
Sevgiyle kalın…
Candan Ünal
*Bu yazı http://anetteinselberg.com/2015/02/10/mukemmel-kadin-olmayin/ sitesinden alıntıdır. Her cümleye katıldığımı da beyan etmek isterim.

Kayahan'ın Eşine SON şİİRİ

YAZAR : Pazartesi, Nisan 06, 2015

KAYAHANIN EŞİNE SON ŞİİRİ. .
Yasla başını, yasla göğsüme lütfen, lütfen.
Yolumuz ayrılmadan, günlerimiz dolmadan
Kader bizi ayırmadan sarıl biriciğim
Öyle hüzünlü bakma kar tanesi.
Bu defa götüremem yanımda seni.
Aklım sende kalır sakın ağlama.
İyi geceler der gibi uğurla beni
Kayahan
Allah herkese böyle eş nasip etsin..

Oyun Terapisi

YAZAR : Pazartesi, Nisan 06, 2015
Oyun Terapisi

     Hafta sonu "oyun terapisi" eğitimine başladım. Düşündüğümden çok daha güzel, çok daha eğlenceli bir eğitim. O kadar çok farklı şeyler öğrendim ki. Çok zevkli konular. Bence her annenin  bu eğitimin 2 günlük seminer şeklinde olanına katılması gerek. İlla ki bu alanda çalışıyor olmak gerekmiyor. Daha çok farkındalık için, sağlıklı gelecek nesiller için. Mesela 0-2 yaş anne-bebek ilişkisinin kalitesi çocuğun geleceği için çok önemli bir kriter. Ama bunu bilen kaç tane anne var ki?


 
"Oyun terapisi sürecinde, çocuklar kendi içlerinde mücadele ettikleri duygusal deneyimlerini yansıtan oyunlar yaratırlar. Bu deneyimler genellikle sözel olarak ifade edilmezler. Çocuklar oyunlarında özel oyuncaklar seçerek duygusal çatışmalarını yansıtan önemli konuları tekrar canlandırırlar. Bu duyguları ifade etme süreciyle başlayan terapi, çocuğun bu durum üzerinde kendini iyi hissetmesine dek sürecektir ". (annebabaokulu.blogspot.com'dan alınmıştır).  


    Oyun Terapisi için hazırlanmış özel odalarda terapistle birlikte çocuk oyun oynayarak yaşadığı her hangi bir sıkıntıyı oyunla tekrar ederek bu sıkıntının stresinden kurtulur. Mesela biz yetişkinler bir sıkıntı yaşadığımızda birileriyle konuşuruz ve ya profesyonel yardım alırız. Ama çocuklar bunu yapamazlar. Onlar da oyunla kendilerini ifade ederek sorunu çözmeye çalışırlar. Terapist bu esnada çocuğu gözlemleyip gerektiğinde yönlendirerek çocuğun iyileşmesine yardımcı olur. 
    Hangi durumlarda oyun terapisi gereklidir? 
-Saldırgan Davranışlar(Kendine ve çevresine zarar verme davranışı gösteren çocuklarda)
-Ayrılma Korkusu yaşayan çocuklarda
-Aşırı sinirli, korkmuş, kızgın, öfkeli çocuklarda
-Özgüven sorunları yaşayan, kendini ifade etmekte güçlük çeken çocuklarda
- Aşırı çekingen, uyku , yeme problemi olan çocuklarda
-Fizyolojik bir sebebi olmayan baş ağrısı, mide bulantısı yaşayan çocuklarda
-Okul Sorunu yaşayan çocuklarda
-Zihni cinsel davranışlarla aşırı meşgul olan çocuklarda.

    



Blogger tarafından desteklenmektedir.