İstemeyerek Yaptığımız Herşey Hasta Eder

Alıntıdır. Orjinali için:http://www.haberturk.com/yasam/haber/1062049-terapist-mehmet-zararsizoglu-istemeyerek-yaptigimiz-her-sey-hasta-eder
Terapist Mehmet Zararsızoğlu, mutluluk, gülenay börekçi

Terapist Mehmet Zararsızoğlu: İstemeyerek yaptığımız her şey hasta eder

05 Nisan 2015 Pazar, 02:45:30

Terapist Mehmet Zararsızoğlu ile kurucusu olduğu Türkiye Sistem Dizimleri Enstitüsü’nde buluştuk ve bizi neyin hasta ettiğinden başlayarak terapi sürecine dair her şeyi konuştuk. Zararsızoğlu’na göre, mutluluk modern insanın inandırıldığı bir yalan. Bizi hasta edense, hayatta isteyip de yapamadığımız ya da tam tersi istemeye istemeye yaptığımız şeyler...

Türkiye Sistem Dizimleri Enstitüsü’nün kurucusu terapist Mehmet Zararsızoğlu’na Sistem Dizim Terapisi adını verdiği yöntemini konuşmak için gittim. Amacım terapinin ne işe yaradığını öğrenmekti. Çok güzel anlattı: “Diyelim ki geçmişte size acı veren bir olay yaşadınız. Bu acı boynunuzda bir taş gibi asılı kalır. İşte biz size boynunuzdaki taşları gösteriyor, sonra da onları alıp bir kenara koyuyoruz. Ama yeterli değil! Boynunuzdaki taşlarla yüzemez hale gelmiştiniz. Şimdi ne yapacaksınız, acının verdiği konforla yüzmeyi öğrenmemişsiniz ki. Terapinin ikinci adımı giriyor devreye: Kişinin sahip olduğu tüm olanakları fark etmesini sağlamak ve onunla beraber yeni bir yaşam stratejisi belirlemek.”
Hepimizin aklındaki hedefi sorarak devam ediyorum: “Mutlu olmamızın tek yolu bu mu?” Mehmet Zararsızoğlu’nun itirazı kesin: “Modern insan, mutluluk hedefiyle yaşıyor. Hiç gerçekleşmeyecek bir yalan bu. Çünkü hayat, acıların ve iyileşmelerin, yaralanmaların ve ayağa kalkmaların birbirlerini döngüsel olarak takip ettiği bir bütün. ‘Beni mutlu et’ diye gelen danışanlarıma ‘Seni mutlu edemem ama mutlu olmayı neden bu kadar arzuladığını çözebilirim’ diyorum ben. Bunu çözünce denklemi yeniden kurabiliriz artık. Acılarımız üzerinde biraz durup düşünmemiz, sistemimizi buna göre akort etmemiz şart. Zira acıyı dönüştüremezsek sonsuza dek onunla yaşamak zorunda kalacağız.” 

Üzerinde düşünmeye değer bence. İşte Zararsızoğlu’dan aldığım diğer bilgiler...

■■ Yekten sorayım size önce: Bizi ne hasta eder? 

Yanlış soru! Konvansiyonel tıbba ve Freudyen psikoterapiye göre, dertleri ve acılarıyla gelen insanlar “hasta”, hekimler ve terapistler de şifalandıran konumundadır. Benim savunduğum psikoterapi ise bu tarz bir hiyerarşiden uzak durmayı tercih ediyor. Bana göre hastalığın nasıl iyileştirileceğini aramak yerine sağlığın şifreleri, sırları neler, buna bakmak gerek.

■■ Aynı kapıya çıkmıyor mu?
Tam değil, hastalık odaklı terapi insanın içindeki kendini iyileştirme sistemini görmezden geliyor. Sizin hastalık dediğiniz şeyi ben başka türlü tarif ediyorum. Hastalık aslında içimizdeki olanaklara kör ve kendimize katı olma halimiz. Ve kökeninde mutlaka acı var. Hissettiğimiz acıyı bastırdığımızda da rahatsızlanıyoruz. Halbuki kötü olan acı duymak değil, onu yok saymak. Çünkü acı ilişkidir.

■■ Ne demek bu? 

Acı çekmemizin sebebi, ilişkilerimizdeki eksiklikler, fazlalıklar, tersliklerdir. Bizi hasta eden şeyse, hissettiğimiz acıyı hayatımızdaki yegâne gerçek gibi görüp kendimizi buna hapsetmemizdir. Hayat bize sınırsız imkânlar, sınırsız olay örgüleri sunuyor ama biz kendimizi, ancak tek bir imkân dahilinde hayatta kalabileceğimize inandırıyoruz.

■■ “Ben ancak şu kişiyle birlikte olursam veya şöyle bir hayat yaşarsam mutlu olurum” demek gibi mi? 

Evet ama aslında karmaşık bir süreç bu. Beden en önemli duyu organımız ve yeni nörobiyolojik araştırmalar bize şunu net olarak gösteriyor: Bazı duygu ve düşünceler bazı hormonların eksik veya fazla salgılanmasına yol açıyor ve bu da sonuç olarak vücuda bir ağırlık yüklüyor. Şöyle bir şey belki; önümüzde şahane olasılıklar var ama biz hiçbirini görmeden tek bir noktada, tek bir olanakta takılıyoruz. Varlığımızdaki diğer kaynaklara kör kalıyor, onları oyunun içine sokmuyoruz, bu durumla baş edemediğimizde de vücudumuz semptom üretmeye başlıyor.

■■ Bunu örneklendirir misiniz?

Bana “Başım ağrıyor” derseniz, “Başınız 24 saat boyunca hep mi ağrıyor?” diye sorarım. Seks yaparken, yemek yerken, işe giderken... Baş ağrınızın ne zaman şiddetlenip ne zaman kesildiği önemli. Vücudumuz bize sürekli sinyaller yollar, biz de bu sinyalleri kullanarak öyküler yazarız. Başımızın ağrımasına sebep olan şey aslında kendimizle ilgili kurduğumuz öykülerdir. Öyküde dile getirdikleriniz pişmanlık, hayıflanma ve sızlanma üzerine olursa; nöronal sisteminiz stres hormonları salgılamaya başlayacaktır.

■■ Başım ağrıdığı halde iyimserlikte ısrar edip “Ağrımıyor” dememi önermiyorsunuz değil mi?

Hayır, başınızın ağrısı bir uyarı sinyalidir ama başınızın ilk ne zaman, hangi sebeple ağrımaya başladığını kendinize sormalısınız. 
■ Bedenle bağlantı kurmayan bir psikoterapi mümkün mü?

Bence değil, çünkü çektiğimiz acıların bütün kayıtları bedenimizde tutuluyor. Doğuyoruz ama 20’lerimizde hücrelerimiz tembelleşmeye başlıyor, yani hayat bizi usul usul yaşlılığa, ölüme hazırlıyor. Doğal bir süreç bu. Ama işte bir gün öleceğimizi bildiğimizden hayatta isteyip de yapamadığımız ya da tam tersi istemeye istemeye yaptığımız her şey bizi hasta edebiliyor. Batı tıbbına göre hastalıklar ortadan kaldırılması gereken unsurlar, bu yüzden yüzde 90 semptomatik tedavi uygulanıyor. Tamam, başımın ağrısının geçmesi iyi bir şey ama onun bana söylemeye çalıştığı şey neydi, keşke önce buna bir baksaydık. 
 Bedenim bir uyarı verdi diyelim, doktora gitmeyeyim mi? 

Gidin tabii ama kendinize soru sormayı da unutmayın. Bir terapinin başarılı olmasının iki yolu var: Birincisi, insanın iç eczanesini kuvvetlendirmek, ikincisi bunu yaparken duygularını ve ilişkilerini yok saymamak. Fakat tıbbı ve hekimleri suçluyor değilim, çünkü meselenin tamamen politik olduğunu, daha ziyade bir sistem sorunu sayılması gerektiğini düşünüyorum. Tıbbın yeniden yapılandırılması, psikoterapinin sisteme daha aktif şekilde dahil edilmesi şart.

 Varsayalım ki size geldim ve ilişkilerimin kötü bittiğini söyledim. Üstelik her yeni ilişkide gene aynı sorunlarla karşı karşıya kalıyorum. Demek ki sorunum her neyse artık benim sistemim haline gelmiş... 

Çok güzel anlattınız, aynen öyle. 

■ Ve siz iyileştirmeye ailemden başlıyorsunuz.
Çünkü hiçbir ilişki iki kişiden ibaret değildir. İlişkiler kalabalıktır. Kadının da erkeğin de annesi, babası, kardeşleri, onların anneleri, babaları da ilişkinin parçasıdır. Belirli davranış kalıpları, ilişkilerdeki yoksunluklarla baş etme halleri ve acı, geçmişten bugüne aktarılır. Bu aktarım da elbette bilinçdışı yollarla gerçekleşir. Mesela hayatı boyunca annesinden sevgi görmediğinden yakınan biri kendi çocuklarına sevgisini göstermekte zorlanabilir. 

6 yorum:

  1. Hmm... aciklamalari ilginc ve mutlaka dogrudur bircok sey. Ama baslik yanlis bence.
    Istemeyerek yaptigimiz hersey hasta eder dersek , ozaman ben de derim ki, istemeyerek yaptigimiz bircok sey var hayatimizda. Örnegin ders calismak, ise gitmek, temizlik yapmak, ütü yapmak vs. ama bunlari yine de mecbur oldugumuz icin yapariz. Bunlar bizi hasta etmez ki? O an icin mutlu etmez, tamam, ama hasta da etmez yani. Insan kafasinda bir cok seyi basarabilir, kendini teskin edebilir, ikna edebilir. "Ben simdi bunu hic yapmak istemiyorum ama sorumluluklarim var, yapmam gereken seylerim var... bunu yaparsam böyle olur, yapmazsam söyle olur" deyip, gerektiginde mantikli davranarak istemedigi seyleri de gayet saglikli bir sekilde yapabilir. Cocuk degiliz cünkü, her saglikli bir yetiskinin basarabilecegi seylerdir bunlar.

    Yani baslik yannniss, teeersss!....aanadin mi...:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mesela Ayşeciğim ben çok yorgun hissediyorum ve evde kalıp dinlenmek istiyorum ama çocuklar evde çok sıkıldılar ve gezmek istiyorlar. Onları gezmeye götürmek o anda benim istemeden yaptığım bir şey. O zaman mesela başım ağrıyabiliyor. Yazıyı ilk okuduğumda bunu düşünmüştüm. Tabi ki kendimizi ikna edebiliriz ama zorla yaptığımız şeylere vücudumuz mutlaka bir tepki verir. Belki de zorlanmanın şiddeti ve süresi burada çok önemli. Yani hemen değilde süreklilik varsa ve şiddetli hissediyor isek bu bizi hasta ediyor.

      Sil
  2. Bu arada diyet günlüklerini okudum, ilgiyle takip edecegim. Bu konudan cok muzdarip olan biri olarak, seni cok iyi anliyor ve can-i gönülden destekliyorum. Yakinda ben de bu konuyla ilgili yazacagim yine.
    Basarilar diliyorum sana:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Desteğin için teşekkürler ama benim umudum kırılmaya başladı biraz:(((

      Sil
  3. Boyle yazilari okumayi cok seviyorum yazinin tamamini okudum ve
    Terapistin soyledigi gibi tibbin yeniden yapilandirilip psikoterapinin sisteme daha aktif sekilde dahil edilmesi gerektigine katiliyorum. Ayrica original metindeki su cumleyide cok begendim;"Terapiyle gecmisini degistiremezsin ama onun senin uzerindeki etkilerini degistirmen her zaman mumkundur".Paylasim icin tesekkurler. Sydney'den sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle Liz son zamanlarda çok düşündüğüm bir şey sadece bedeni hatta semptomları iyileştirmenin yetersiz olduğu.

      Sil

Blogger tarafından desteklenmektedir.