Doğduğun Ay'a Göre Dekorasyon

YAZAR : Cumartesi, Ekim 31, 2015
Doğduğun Ay'a Göre Dekorasyon
Pantone Colorstrology yazarı Michele Bernhardt, doğduğumuz aya göre dekorasyon yaparsak renklerin gücünü hayatımıza dahil edebileceğimizi söylüyor.
OCAK
Karamel
Gerçeğin, kararlılığın ve gücün rengi olan karamel. Bu ay doğanlar dekorasyonda karamel rengini daha sık kullanırlarsa hayatlarında olumlu  etkilerini hissederler.

ŞUBAT
Leylak
Canlandırıcı,ilham verici ve hayal gücünü harekete geçiren renk olan leylak şubat doğumlulara uygun. Yenilikçi bir renk.

MART
Su Yeşili
Zeki anlayışlı ve sezgileri kuvvetlendiren bir renk su yeşili mart doğumlulara uygun.

NİSAN
Kırmızı
Cesaretin, tutkunun rengi ateşli kırmızı nisan ayını temsil ediyor.

MAYIS
Yaprak Yeşili
Doğanın rengi, canlı, tazeleyici , bereketli ve iyileştirici etkisiyle yaprak yeşili mayıs ayında doğanların rengi.

HAZİRAN
Altın Sarısı
Tazeleyici,zihinsel anlamda enerji verici ve ışıltıyla dolu bir renk olan altın sarısı haziran doğumluların rengi.

TEMMUZ
Mercan Pembesi
Nazik ve sakinleştirici karakteriyle mercan pembesi aşkı ve anlayışı çağıran bir renk. Temmuz doğumluların rengi mercan pembesi.

AĞUSTOS
Turuncu
İlham veren, güçlü ve sadık duruşuyla turuncu huzuru simgeliyor. Ağustos ayında doğanların rengi turuncu.

EYLÜL
Gece Mavisi
Sanatsal, sezgileri kuvvetli, saflığın ve erdemin sembolü olan renk gece mavisi eylül doğumluların rengi.

EKİM
Gök Mavisi
Sakin ve rahatlatıcı bir renk olan gök mavisi , aşkı,dengeyi ve güzelliği simgeliyor.

KASIM
Şarap Rengi
Yoğun ve tutkulu bir renk olan şarap rengi kasım ayında doğanların rengi ,derinliği,gücü ve aşkı sembolize ediyor.

ARALIK
Petrol Yeşili
Derin ve meditasyona uyumlu hissiyle petrol yeşili rengi aralık ayında doğanların rengi. İyimserliğin,aklın ve doğruluğun rengi.

Hangi Vitaminim Eksik?

YAZAR : Salı, Ekim 27, 2015

Karşı Takımın Formasını Kadın Bedenine Giydirip Yakmak

YAZAR : Salı, Ekim 27, 2015
 

Karşı takımın formasını kadın bedenine giydirip yakmak, içinizdeki tecavüzcü ve katil ruhun dışa vurumudur.

Birbirlerine En Yakışan Çiftler

YAZAR : Pazartesi, Ekim 26, 2015
Birbirlerine En Yakışan Çiftler
Bazı filmlerde ve dizilerde başrol oyuncuları ne kadarda yakışır birbirlerine. Fizikleri kimyaları herşeyleri tutar ve seyirci o enerjiyi hisseder. Ben de bana göre en yakışan çiftleri seçtim kendimce, nacizane:)
 
İlk çiftimiz Kiralık Aşk dizisinden Barış Arduç- Elçin Sangu çifti. Dizide ki isimleriyle Ömer-Defne. Çok yakıştıklarını düşünüyorum. Gerçi Barış Arduç herkesin yanına yakışır hatta fazla bile kalır ama Elçin'de gerçekten hoş bir kız. Fazla kalmamış Barış ona. Elçin'in zarif ve naif güzelliği, Barış'ın biraz bititrim halleri birbirini tamamlamış.
 
Bir de birbirlerine nasıl güzel bakıyorlar öyle. Bence insan birine öyle güzel bakıp, o kadar yakın olup ona karşı birşey hissetmemesi gibi bir durum olamaz ki zaten dizi aşkları gerçeğe dönüyor çoğunlukla:)
 
Angelina Jolie-Brad Pitt. Onlar zaten bir efsane. Söyleyecek söz bulamıyorum şahsen. İkisi de çok güzeller ve daha çok çocuk yapmalılar, dünyayı güzelleştirmek için:)
 
Bunlar da Aston Kutcher-Mila Kunis çifti. En son bunlarda evlendiler bildiğim kadarıyla. 
 
Bir de bu gençler var. Güneşin Kızları dizisinin Seli-Ali çifti. Diziyi izleyenler ikisinin aşık olacağını hiç tahmin edememişlerdir çünkü çok zıtlar. Ya da aslında belki de hemen anlamıştır insanlar:)
 
Bunlarda Tatlı Küçük Yalancılar dizisinin Hande-Barış çifti. Onlarda gerçek hayatta birliktelermiş dedikodu gibi olmasın da.
 
Asi dizisinden çiftimiz Murat Yıldırım-Tuba Büyüküstün. Mesela Tuba Büyüküstün bir sürü farklı erkek oyuncuyla dizi çekti ama bence en çok yakışan Murat Yıldırım'dı. Tuba'da kimin yanına koysan yakışır.

Vazgeçebilmek - Bloglardan Seçmeler

YAZAR : Pazartesi, Ekim 26, 2015
Vazgeçebilmek
Bundan sonra bende gezdiğim bloglarda beğendiğim yazıları sizinle paylaşmak istiyorum.Bugün ilk yazı Yüreğimin İklimi blogunun sahibinden. Yazının orjinalini okumak isterseniz  http://yuregiminiklimi.blogspot.com.tr/2015/10/hayatta-en-guzel-sey-yakinindadir.html


"İnsan Vazgeçebildiği Şeylerin Karşısında Güçlü Durur!

“Madrid’de bir otelin duvarında bir levhada şöyle yazıyor: Şarkı söylemek yasaktır. Rio De Janerio havaalanının duvarında bir levhada şöyle diyor: Bagaj arabalarıyla oynamak yasaktır. Yani bu devirde hala şarkı söyleyen insanlar var, hala çocuk ruhunu kaybetmeyip oyun oynayan insanlar da!” Bu cümleler Eduardo Galeono’nun “Yürüyen kelimeler” adlı kitabından. ‘Her şey ve hiçbir şey olmanın’ arasında gidip gelen, yazarın kıvrak zekâsıyla işlenmiş baş döndürücü, düşündürücü hikâyelerin olduğu bir kitap bu. Kitabı okursanız özellikle ‘baş melek’ karakterine dikkat etmenizi öneririm. Dünyaya bir görev için gönderilen baş melek, dünyevi zevklere öyle dalıyor ki melek olduğunu unutuyor! Hırslarıyla egosunun tuzağına düşerek zaaflarına yenilen, çıkmaza girerek istemediği hayatı yaşayan, yaşamı keyifli hale getirmek için değil de mevcut memnuniyetsizliklere kendince mantıklı açıklamalar bulmaya çalışan pek çoğumuzun hayatından kesitler sunuyor. Peki, baş melek neden, bu duruma düşüyor? Hayatın zevklerinden vazgeçemediği için!

Evet, vazgeçmek daha ilk duyulduğu anda kulağa hoş gelmeyen kelimelerdendir ve içinde önyargı besler. Tibetli bir bilge vazgeçmeyi şuna benzetir “Birisine vazgeçmekten söz etmek, bir domuzun burnuna sopayı indirmekten farksızdır. Bundan hiç hoşlanmaz!” Çünkü vazgeçmek günlük yaşamın küçük zevklerinden yoksun olmanın, şunu ya da bunu yapmamanın, oraya veya şuraya gitmemenin diğer adıdır. Kısaca, zevk alma özgürlüğünü kısıtlayan bir dizi buyruk ve yasaklamadır. Çoğumuz için bir şeylerden vazgeçmek bu anlama geldiği için hayatımızda kullanmadığımız eşyalardan hatta bazen hiç bir faydamıza olmayan insanlardan bile vazgeçemiyoruz ya! Vazgeçip yeniye yer açmak yerine o şey’leri dolaplarda, kalbimizde, çekmecelerde, aklımızın bir köşesinde, tavan arasında saklıyoruz!

Hayatımız sonu gelmez bir sürü etkinlikle dolu. Çalışmak başta geliyor elbette. Çalıştıkça para kazanırız. Kazandığımız paranın miktarı arttıkça, bizimde hayatımızda vazgeçilmezlerin oranı artmaya başlar! Yenilemenin, almanın, değiştirmenin, gelmenin, gitmenin hesaplarını yapar dururuz! Belirli bir kazanç düzeyine geldiğimizde, sahip olduğumuz şeyleri durmaksızın çoğaltmamız gerektiğine inanırız sanki. Dinlenme fırsatı bulup kendimize vakit ayırdığımızda n’apıyoruz peki? Dinleniyor muyuz gerçekten yoksa avizeleri değiştirmekle, beyaz pencere panjurlarını bu sene moda diye kahverengiye çevirmekle mi uğraşıyoruz ya da paramızın son kuruşuna kadar alışveriş yapmanın telaşında mıyız? Ya da hazır dinlenmek için oturmuşken, hiç gerekmediği halde 2 yıl oldu yeter düşüncesiyle arabamızı neyle değiştirsek iyi olur diye web sitelerini, dergileri mi karıştırıyoruz? Daha çok eşyaya, daha çok giysiye, zevkle döşenmiş bir eve, daha incelikle düzenlenmiş bir mutfağa sahip olmak bize zevk verir elbette, ama ne pahasına hiç düşünüyor muyuz? Zamanımızı, enerjimizi yitirmek, dikkatimizi dağıtmak pahasına olmasın sakın?
İşte bu noktada ‘vazgeçebilmeyi‘ bilmek devreye girebilirse, bunların getirdikleri ile götürdüklerini tartabiliriz, yaşamımızda değiştirebileceğimiz birçok şey olduğunun farkına varırız; daha iyi, gereksiz şeylerden daha fazla arınmış bir yaşama kavuşmak için üzerimizden atacağımız daha birçok şey olduğunun farkına varırız. Sonuçta vazgeçmek, hoş olan her şeye ‘hayır’ demek, kendimizi çilekli dondurmadan ya da dağda yaptığımız yürüyüşten sonra güzel bir yemek ziyafeti çekmekten yoksun kılmak anlamına gelmez. Vazgeçmek, yaşamımızdaki bazı öğeler hakkında kendimize ‘yapmak beni mutlu kılacak mı’ diye sormaktır. Özgün bir mutluluk, yaşamın hayhuyları arasında sürüp gidebilmelidir. Bir şeyi arzu etmeyi kendimize yasaklayacağımıza, daha fazla arzu edilir olanı bulup kucaklamalıyız.

Vazgeçmek, alışkanlık sonucu zevk olarak kabul ettiğimiz şeyleri inceleme, onların bize gerçekten huzur verip vermediğini doğrulama cüretine ve akıllığına sahip olmaktır. Vazgeçen kişi, iyi olan her şeyi kötü kabul eden bir mazoşist değildir. Hem böyle bir budalalığı kim yapar? Vazgeçen kişi, kendi içine bakmaya zaman ayırıp yaşamının bazı yanlarının onlara asılıp kalmaya değmediğini gözlemleyendir. Kendine ve hayatına karşı dürüst olabilendir.Yazan: Hülya Konar / hPozitif"

Yaşasın bugün turşu günü

YAZAR : Pazar, Ekim 25, 2015
Günaydın
Bugün turşu yapıyoruz.  Kızım sabahtan beri şarkı söyleyerek dolaşıyor "bugün turşu günü ,turşu günü " . Her defasında bu enerjiye şaşırıyorum . Çocukken olan bu enerji ve herseyi eğlenceye çevirme ozelligimizi neden kaybettik.
"Her nefes alışımız bayramdır" aslında. Sevdiklerimizle birlikte olduğumuz her an çok güzeldir.  Sabah uyandığınızda böyle enerjik olmanız dileğiyle :))))

Spor Salonu Maceraları

YAZAR : Perşembe, Ekim 22, 2015
Oranium Spor Salonu
 
Merhabalar
Nihayet karar verdim ve bir spor salonuna kayıt yaptırdım. Yaklaşık 5 aydır kendi kendime spor yapıp zayıflamaya çalışıp başarılı olamayınca uzun araştırmalara giriştim ve bir salona kayıt olup düzenli gitmeye karar verdim. İşin sırrı bu düzenli gitmek. Yaklaşık 1 ay oldu . Şimdilik haftada 3 kez gidiyorum bakalım. Allah devamını nasip eylesin(dinimiz sübaneke amin:)) 
Burayı  tercih etme sebebim evime yakın olması ve fiyatının gezdiğim diğer spor merkezlerine göre uygun olmasıydı. Bir kaç spor salonuyla yaptığım görüşmeler sonucunda bu işi öyle yap bırak yapmayacaksın. Hayatının bir parçası olacak. Hele yaşın yolun yarısını geçtiyse muhakkak bir sporla ilgilenmeli ve yediklerinde fütursuz davranmamalısın. Bir röportajda okumuştum bayan diyordu ki "40 yaşından sonra hem yiyeyim hem de kilo almayayım . Yok öyle bir dünya". Aynen yok böyle bir dünya. Burada yeni duyduğum bir fıkrayı anlatmalıyım. Bir kadın istediği herşeyi yer , sigara içer hiç spor yapmazmış. Kocası da tam tersi düzenli beslenir, spor yapar, herşeye dikkat edermiş. Sonra kadın 60 yaş civarında ölmüş. Kocası sağlıklı yaşadığı için 75 yaşına kadar yaşamış. Fıkra bu ya öbür dünyada tekrar buluşmuşlar. Adam bakmış kadın çok mutlu, yine istediğini yiyor içiyormuş.Hatta adama da "ye ye" diye ısrar etmiş. Adam yine dünyada ki gibi "yok kolesterol yapar, yok kilo alırım" demiş. Kadın da "burada öyle sorunlar yok, istediğini yiyebilirsin" deyince adam dövünmeye başlamış,"tüh vah vah " demiş "bilseydim senin gibi yapardım da dünyada kalıp 15 yıl daha acı çekmezdim:)"
 
Genel olarak spor salonlarında vücut ölçümleriniz yapılır ve size uygun bir program verilir. Burada da öyle oldu. Diyetisyen ölçümlerimi yaptı ve 3 ay sonra bir daha yapalım dedi. Ve isterseniz eğer diyet desteği için diyetisyenle görüşebilirsiniz ki bu sanırım ayrıca bir ücret gerektiriyor. Ben ne yiyip yemeyeceğimi bildiğim için ihtiyaç duymadım :))))
Görüştüğüm diğer salonlarda da boyumu ölçtüler, kilomu da tabii. Boyum 2 cm kısalmış. Gözlerime inanamadım. Bir daha ölçün dedim. Ama sonuç aynı çıktı tabi. Sonra spor eğitmeni çocuk bana dedi ki "siz tiroit hastasısınız hanfendi, kas ve kemik erimesini engellemek için kesinlikle spor yapmalısınız".
 
Ben en çok grup sporlarını sevdiğimi söyleyebilirim. Pazartesi -Çarşamba-Cuma günleri 19:00-20:00 saatleri arasında Pilates ve Spinning , 20:00-21:00 saatleri arasında Zumba dersleri var. Salı- Perşembe günleri 19:00-20:00 saatleri arasında Yoga, 20:00-21:00 saatleri arasında Latin Dansları dersleri var.
En çok umba'yı sevdim. En eğlencelisi oydu. Dün akşam Spinning'e katıldım. "Bu ne ya böyle, akıl işi değil bu" dedim:) Hiç bana uygun değil. Çok sıkıcı , çok yorucu. Ama çok ter attırıyor ve yaklaşık 45 dakikada 450 kalori harcatıyormuş. Sevene güzel de ben sevmedim şahsen. Ve spinningin müdavimi oluyormuş insanlar. Ama ben "ne ki bu böyle pedalı çeviriyosun, çeviriyorsun hiç bir yere gitmiyorsun" diye düşündüm. Yok bu bana göre değil. Dans tarzı daha uygun bana. Yüzme havuzu da var ama ben yüzmeyle zayıflayamadığıma kanaat getirdiğimden kelli çok tercih etmiyorum onu da.

 
Çok şirin bir de Cafe'si var. Hatta öğlenleri yemek servisi yapıyorlarmış. 
 
Benim ilgimi cafe çekiyor bakar mısınız? Spor yapacak adam çay-kahve pasta peşinde:)
Bir de Panora Alışveriş Merkezinin tam karşısında olması ekstra bonus benim için. Ayaklarımı sürüyerek gidiyorum ama hafiflemiş ve çok mutlu hissederek çıkıyorum. 

Şimdilik bu kadar. Bir ay sonra size "ay şöyle zayıfladım, böyle inceldim" demek istiyorum. Sevgiler.

BU DA GEÇER YA HU

YAZAR : Çarşamba, Ekim 21, 2015

Çok sıkıldığınızda, bunaldığınızda bu yazıyı okumanızı öneririm. İnsanın ruhuna iyi gelen hikayelerden. Çok üzüldüğünüz konuya dışardan şöyle bir bakıp geçici olduğunu düşünmenize sebep olabilir.
Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz.
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, Böyle zengin olduğun için hep şükret der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer…
Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. Haa o Şakir mi? der köylüler, O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor. Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır. Şakir, bu kez Derviş son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır:Bu da geçer…
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer” Derviş, “Ölümün nesi geçecek? “diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı Mahmut, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “BU DA GEÇER YA HU” yazmaktadır.
kaynak: sonsuz şifa

Beğenin Beni! Lütfeeeen

YAZAR : Salı, Ekim 20, 2015
Beğenin Beni 
Merhabalar 
Can DÜNDAR'ın uzun zamandır üzülerek gözlemlediğim bir durumu anlatan yazısını görünce sizinle paylaşmak istedim. Ben bu durumu çok vahim buluyorum. Ve giderekte artıyor. Dizilerde kızlar güzellik için , erkek tavlamak için birbirlerini ve kendilerini paralıyorlar ve bunlar topluma örnek oluyor. Televizyonun gücü hakkında yapılan sayısız araştırma sonuçları bu kadar ortadayken ve vahimken niye kimse bir şey yapmıyor anlamıyorum. Daha önce de bahsetmiştim "Robotlar" filminde bir sahne var , satışları arttırmak için yapılan toplantıda yönetici bağırıyor "insanlara oldukları gibi zaten güzel olduklarını söylersek nasıl satış yapacağız. "Daha parlak, daha yeni iyidir,eski çirkin ve kötüdür, kendinizi değiştirin" demeliyiz ki satış yapabilelim" . 
BEĞENİN BENİ...!!!...(CandündaR)...
...Kendisi beğenmedi diye dünyayı değiştirmeye kalkışan bir neslin torunları, dünya beğenmedi diye kendisini değiştirmeye çalışıyor...
“Beni sevin!”
Yeni kuşağın yalvaran çağrısı bu:
“Beğenin beni… Ve söyleyin bunu bana…”
“Bakın resmimi çektim, her yönden… Telefonumu yan yatırdım, havaya kaldırdım; çubuk takıp uzaklaştırdım, çirkin görünmeyeyim diye… Ağzımı fiyonk yaptım sizler için; gözümü kıstım; dekoltemi açtım.”
“Defalarca bastım deklanşöre…”
“İnceledim tek tek… Eledim çirkinlerini…”
“Seçtim sizin için en güzellerini…”
“Öpücük yollarken, ilgisizmiş gibi bakarken, küskün somurturken, sevinç çığlığı atarken…”
“Peşpeşe ekledim sayfama…”
“Beğenin beni…”
“Yorum yazın.”
“ ‘Like’layın.”
“Söyleyemiyorsanız, bir tık mesafede iltifat imkânınız; üşenmeyin, ‘Beğendim’i tıklayın; ‘like’layın…”
“Beğenin beni…”
“Çıldırtmayın!”
İngiltere’de yapılmış bir araştırma, 13-18 yaş aralığındaki her iki kızdan birinin sosyal medyada boy (yüz) gösterdiğini kanıtladı.
Kızlarımızın en büyük saplantısı “selfie” çekmek, yani kendilerini telefonlarının küçük ekranında görüntülemek…
Araştırma, bir genç kızın, en iyi görüntüsünü yakalayabilmek için günde ortalama 12 dakika harcadığını ortaya koyuyor.
Kızların yarısı, güzel çıkmadığını düşündüğü fotoğraflarını siliyor.
Beğendiklerini “Facebook” denilen “kitapyüzü”ne ya da “yüzkitabı”na koyuyor.
O andan itibaren, “sosyal dünya” denilen küresel seyirciden alkış bekleyişi başlıyor.
Acaba beğenecekler mi?
İşaret parmaklarını kımıldatıp “Like” edecekler mi?
Araştırmaya göre kızların çoğu, umdukları beğeninin ancak üçte birini erişebiliyor. Tabii o hayal kırıklığıyla özgüvenini yitiriyor.
Ve yeterince “beğeni” toplayamayan fotoğrafını cezalandırarak siliyor.
İngiliz basını, fotoğrafı beğenilmeyen genç kızların kendilerini kötü hissederek bunalıma girdiğini yazıyor.
Onların ruhsal tedavisi için “Beğeniye ihtiyacın yok” sloganlı teselli kampanyaları düzenleniyor.
Kendisi beğenmedi diye dünyayı değiştirmeye kalkışan bir neslin torunları, dünya beğenmedi diye kendisini değiştirmeye çalışıyor.
Üzücü ama gerçek bu…
Çünkü dünya, nenelerinin, dedelerinin hayal ettiği yönde değişmedi; tersine, daha da kirlendi, sefilleşti, çirkinleşti.
El ele, omuz omuza bir mücadeleyle yeryüzünü güzelleştirmeye çalışanlar yenilince, bir başına kalanlar kendi güzelliğinin derdine düştü.
Dünya değişse, belki de güzellik, insanın en başat özelliği olmayacaktı; herkeste kendince bir güzellik bulunacaktı; olmadı.
Kozmetikçiler, “Boşver dünyayı, kendini güzelleştir” sloganını ortaya attı. Bakım kremleri, saç jöleleri, botoks hileleri derken ifadeleri birbirine tıpatıp benzeyen porselen suretler çıktı ortaya…
Herkes telefonunu yukarı kaldırıp çenesini aşağı çekerek mahcup tebessümlü, lolita buseli pozlar verdikçe, mitingdeki liderden cephedeki savaşçıya herkes “ortamda kendimi görüntüleyeyim” derdine düştükçe, kimsenin birbirinden farkı kalmadı.
Kimse de doyurucu sayıda “like” alamadı.
O yüzden işte şimdi, “N’olur beğenin beni” diye “like” dilenen bir neslin buhranına çare arıyor dünyamız…
Saadetleri bir parmak mesafesinde…
Esirgemeyin.
Beğenin.
Onları kurtarmak sizin elinizde...

En Sevdiğim Film Replikleri

YAZAR : Pazartesi, Ekim 19, 2015
Fight Club filmi. Bu film bir fenomen. İzlemeyen var mıdır ki? Facebook'ta okuduğum bir yazı geldi aklıma. Kaynağını bilmediğim için paylaşamıyorum. Ama dibe vuran bir kız yazmış "travmaların gücü adına, güç bende artık". Çok hoşuma gitti:)
Bu da Fight Clup'tan ilk cümleyi tamamlıyor:)
 
"Yeniden Başla" filminden. Mesela en sevdiğiniz şarkıları ve sözlerini düşünün. Duygularınızı ve düşüncelerinizi ele vermekten kaçamazsınız.
 
"Hannibal" dizisinden. Çok mu çok doğru. Zaten diziyi izleyenler bilir Hannibal'ın zekasını ve planlarını. Gerçekten de sevdiğin zaman savunmasız olursun, teslim olursun. Ama nefret ettiğinde eski eylemlerini unutmamalı yenilerini planlamalısın(çok zor iş be. Ne gerek var 3 günlük dünyada)
 
İşte en favori filmim. Bunun gibi ne çok mesaj vardı. Ne çok motivasyon ve sorgulama.
 
Forest Gump filminden. Bu anneye şapka çıkartılır. 1 dakika saygı duruşu yapılır. 
 
"Sevgilim olduğunda ben" . Bu da komik olsun.

Tekin'in Mutfağından - Kuzu Kulağı Salatası

YAZAR : Pazartesi, Ekim 19, 2015
Merhabalar
 Sevgili eşim Tekin süper yemek yapar. Ben çok şanslı bir kadınım. Mutfağa girer saatlerce farklı şeyler dener. Denemelerinden bugüne kadar beğenmediğim hiç bir şey olmadı. Kendisine restoran açacağım emekli olunca:) 
Blogumda "Tekin'in Mutfağından" kategorisi yapıp zaman zaman yaptıklarını paylaşacağım sizlerle. Ben yerim siz de resimlerine bakıp nasıl yapıldığını denersiniz artık:)
Arkadaşlarımızı eve yemeğe davet ettiğimizde eşim ana yemek ve salatayı yapar . Diğer bütün herşeyi ben yaparım. Çorba, pilav,mezeler, zeytinyağlılar. Ama günün sonunda ne olur bilin bakalım. Herkes Tekin'in yaptıklarına övgüler yağdırır ve benim çorbamın pilavımın esamesi okunmaz:( Evet biraz kıskanıyorum ama çoğunlukla işime geliyor bu durum. Ana yemek olarak ne yapacağım" derdim yok mesela. Hatta artık sormuyorum bile. Nasıl olsa harika bir şey yapar. Harika reçel ve turşu yapar kendileri:) 



 
Ben yemeği zorunda olduğum için yapıyorum , eşim zevk aldığı için. Annem bu durumu öğrenince (zerdüşt buyurdu)  "Allah dağına göre kış verir" diye buyurdu:) Çünkü annem biz küçükken mantı yaptığında bizi bükmeye çağırırdı. İki kız kardeşim de gider ben gitmezdim Oda sorardı "hanfendi sen niye gelmiyorsun" ben de "benim yapacak daha önemli işlerim var" derdim. Kadıncağız uğraştı uğraştı ve sonra vazgeçti "ne yapayım sen de git pastaneden al" dedi en son. Eveeet Tekinin Mutfağından'ın hikayesi böyle. Gelelim şimdi salatanın tarifine. Ama öncelikle nerdeyse parmaklarımızı yedik uyarısını da yapayım da:)
Malzemeler:
-Bir Demet Kuzu Kulağı
-Bir Demet Roka
-Kırmızı Soğan(normal soğanda olabilir)
-Domates
Asıl püf noktası aslında salatanın sosu. Sos için; 5-6 dal maydanoz,1,5 yemek kaşığı hardal, 1,5 yemek kaşığı yoğurt,isterseniz çok az sütte koyabilirsiniz.Tuz,zeytinyağı ve limon.Blendırdan hepsini geçiriyoruz.
Yapılışı:
Roka ve kuzu kulağını elinizle parçalara ayırın. Bıçakla doğramayın çünkü sulanır. Domates ve soğanı söğüş şeklinde doğrayın. Blendırdan geçirdiğiniz sosu salatanın üzerine döküp servis yapın. Afiyet Olsun. Başka bir gün de ıspanak salatasını anlatacağım ki bu salata meşhurdur. Hiç fotoğrafı olmadığı için yaptığımızda tarifini anlatacağım. Sevgiler......

Kitap Dik Durmayı Öğretir

YAZAR : Cuma, Ekim 16, 2015

Sunay Akın'ın bu sözlerine bayıldım. Bence de. Ben kitap okumayı çok seven bir insanım. Neden olduğunu bilmiyorum. Yani annem de babam da kitap okuyan insanlar değillerdi. Küçükken okul harçlıklarımı biriktirir kitap alırdım. İçten gelen bir şey bu. Oğlum da kitap okusun çok istemiştim. Çok şükür ki o da seviyor. Ama ben oku diye ısrar ettiğim dönemde değil de onu rahat bıraktığım zaman başladı okumaya. Şimdi de kızım için aynı şeyi istiyorum.
İstiyorum çünkü okumam sayesinde okulda öğrendiklerimden çok daha fazla şey öğrendim. Sınavlarda başarılı olma sebebimin hep kitap okuma kaynaklı olduğunu düşünürüm. Okuduğunu anlama yeteneğini çok geliştiriyor kitap okumak. Ders kitaplarından bahsetmiyorum . Roman, hikaye, makale ne olursa. Okumadan yaşayamam diye düşünürüm ve okumayan insanları bir türlü anlayamam. 

Bir Veda'nın Ardından

YAZAR : Perşembe, Ekim 15, 2015
İnsan yaşlandıkça (ya da yaş aldıkça desem daha şık olur) alışkanlıklarına daha bir sağlam iplerle bağlanıyor. Ortam değiştirmekten, yeni çevrelere girmekten kaçınmaya başlıyor. Hayatından giden insanların gidişinden daha da bir etkileniyor. Kendim için hiç böyle olur sanmazdım. Ama bu dev döngüde herkes vakti ve zamanı geldiğinde kendine verilen rolleri oynuyor. Çok daha gençken dünyayı değiştirebilirim sanıyorsun ya da çok cesur oluyorsun. Boşuna deli kanlı denmiyor o zamanlara. Kanın gerçekten de deli akıyor. O zamanlarda arkadaş bulmaya ne var? Hemen tanışıp samimi olabiliyorsun insanlarla. Ama yaş ilerledikçe tecrübe denilen o şey sana herkese güvenmemeyi öğretiyor. Şüpheyle yaklaşmayı. 
Doğuştan hiç birimiz korkmayı bilmezmişiz. Korku öğrenilirmiş. Biz de zamanla, tecrübelerle insanlara yakın olmaktan korkmayı öğreniyoruz. Duvarlar örüyoruz. Planlar , hesaplar yapıyoruz ilişkilerimizde. Sonuç olarak çok az insanla yakınlaşabiliyoruz. Hatta bazıları yıkamıyor duvarlarını ve yalnızlık onları çok mutsuz ediyor. Çünkü insan sosyal bir varlık. Etrafında insanlar olmadan yaşayamıyor.


Şimdi sabah sabah ben niye böyle duygusallaştım onu anlatayım . Çok sevdiğim arkadaşım emekli oldu. İki haftadır onun yokluğunu , eksikliğini hissediyorum. Günün sekiz saati iş yerinde geçiyor. Ailenden çok iş arkadaşlarını görüyorsun. E o zaman da yokluğunu çok hissediyorsun.

Zaman zaman blogumda da bahsediyorum sevgili arkadaşım Ayfer'den. Ayfer'e  bir veda yemeği düzenledik. "Bunu daha sık yapalım" dedi. Bizde veda yemeği 2-3-4-5-......yapacağız sanırım. Sağda en başta oturan sarışın hatun Hacer. Ayfer onu da çok seviyor. Bende hep kıskanırdım bunu. Sonra facebookta Ayfer bir veda yazısı yazmış. Bize teşekkür etmiş ama teşekkür ettiği kişilerin isimlerini sayarken önce Hacer'i yazmış. Hemen kıskançlığım tavan yaptı ve yorum olarak "Hacer'i önce yamışsın" dedim. Bu yorumuma cevap yazmış güzel arkadaşım. 

"Kadriye'yem benim iyi,güzel bir o kadar da zeki arkadaşım.Seninle gecirdiğim her gün çok keyifli ve eğlenceliydi.Çok söylemesem de benim kalbimde ayrı bir yerin var.Bana çok şey öğrettin. Farkındalığımı ıyı yönde arttırdın.Bana o kadar çok güzel şeyler verdin ki hayatım boyunca seni unutamam.Her zaman iyi bir dost, verici bir arkadaş oldun.Yuvanı sıcacık bir eve dönuşturduğunu iyi bir anne insana keyif veren bir es olduğunu biliyorum.Seninle birlikte yaşayan insanların şanslı olduklarını, bunu onların da bildiğini biliyorum.Yapmak istediklerini erteleme.Ben başarılı olacağına yürekten inanıyorum.Benim için özel olduğunu ve seni çok sevdiğimi unutma"
 
Kalp kalbe karşıdır sözünü bilirsiniz. Son zamanlarda o kadar çok inanıyorum ki ben buna. Konuşmamıza bile gerek yok birbirimize bakışlarımızdan, enerjimizden anlıyoruz birbirimiz hakkında ne düşündüğümüzü. Hepimiz enerjiyiz çünkü. Düşüncelerimiz bir enerji. Ve iyi enerji gönderirseniz iyi enerji alırsınız.
Size iyi enerjilerimi gönderiyorum:)

LEVENT KIRCA'NIN VEDA MEKTUBU

YAZAR : Salı, Ekim 13, 2015
LEVENT KIRCA'NIN VEDA MEKTUBU
1974’de TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana baya bir zamanınızı aldım. 41 yıl… Teşekkür ederim size, anılarınızda bana yer açtığınız için. Hayatımda sayısız ödül aldım. Renk renk, biçim biçim. Altından olup da bir şey ifade etmeyeni de var, tenekeden olup da paha biçilmezi de. Aldığım ilk bir kaç ödülü çalışma masamın üstüne koydum. Çalışacak yer kalmayınca camlı bir dolaba koydum. Dolap isyan edince odamı onlara tahsis ettim. Evi istila ettiklerinde ise sokakta kaldım.
Arada bir onları ziyaret ettiğimde hiç dertleri olmadığını gördüm. Üzerlerindeki toza rağmen şikayet edeni yoktu. Hepsi yerini biliyordu. Birbirlerine saygılılardı. Hiç kavga etmediler. Birbirlerini yemediler. Bir arada mutlu mesut geçindiler.  Altından da olsalar, tenekeden de olsalar, hepsi birer ödüldü. Hepsi eşitti.
İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur.
Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak, biraz tozlu, biraz killi. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir?
Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır.
Geçmişlerimiz ve benim jenerasyonumdaki insanlar için, eskiler her zaman daha güzel gelmiştir insana. Daha sağlıklı, daha diri, daha dertsiz gelmiştir. Daha adaletli, daha umutlu gelmiştir.
Eski zamanlar; ‘’Ah o eski zamanlardır’’..
Bu mektubumu sizlere ülkemizin değerli bir film festivali olan,  5. Bodrum Film Festivali vesilesiyle yazıyorum. O yüzden benim için yeri çok ayrı olan bir yönetmenden alıntı yapmakta sakınca görmüyorum. Woody Allen’ın Midnight in Paris filminde zaman atlamaları vardır. Film günümüzde başlar, basit ama fantastik bir yöntemle sürekli geçmişe gider. Filmde o geçmiş dönemler içerisinde Ernest Hemingway, Dali, Picasso, T.S. Elliot, Edgar Dega, Luis Bunuel gibi önemi tartışılmaz insanlara rastlarız. Hepsi, hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsun, kendi geçmişlerinin her zaman daha iyi olduğunu ve ona özlem duyduklarını belirtirler. Hepsinin ağzından ‘’Ahh, o eski zamanlar’’ cümlesini bir kez duyarız. Filmin ana önermesi ise sonunda en güzel ânın, içinde bulunduğun, yaşadığın an olduğunu belirtir.
Yaşadığımız şuan..
Şuan.. Elinizden yaşam boyu onur ödülünü alıyorum. Ödül vermek onore etmektir. Almaksa onore olmak. Düşünüp, cesaret edip, bir şeyi hayata geçirdiğinizde, birileri için değer görüyorsa, sizi ödüllendirirler. Bunun karşılığı maddi karşılığından büyüktür. O işiniz için ödül alırsınız. Yaşam boyu onur ödülü ise, yaşamda yaptıklarınızın, varlığınızın ya da amacınızın top yekün mükafatlandırılması gibidir. Bu ödülün anlamı benim için çok büyük.
Bu ödülü de eve götüreceğim. Ama diğer ödüllerin arasında baş köşeye koymayacağım. Ödülsen ödüllüğünü bil. Diğerleri neredeyse oraya, yanlarına koyacağım. O da onlarla birlikte tozlanacak. Onlardan biri olacak. Yaşam boyu onur ödülü de olsan, Cumhuriyet altını da olsan, kimseye ayrı gayrı yapamam.  Diğerleri tozlu raflarda dururken, sana saray şeklinde dolap yapmayacağım. Çünkü ödül de olsan, sana hak ettiğin anlamı veren içinde bulunduğu dolabın büyüklüğü ya da şekli değil, bizim sana verdiğimiz değerdir.
İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin?
Güzel şeyler paylaşabildiysek sizinle, ne mutlu bana. Benim jenerasyonumda bir insan çabalarının meyvesini görememe durumuna mı üzülmeli, yoksa daha kötülerini yaşamayacak olduğu için teselli mi bulmalı şuan bilemiyorum.
Yine Woody Allen, ‘’Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir’’ der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten.. Etrafınızı yöneten. ‘’Şu an’’, yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun.
Dik durun.. Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürkle kalın, Cumhuriyetle kalın, hoşçakalın!!



PUMA IGNITE XT İLE SPOR YAPMAK ARTIK ÇOK DAHA KEYİFLİ!

YAZAR : Pazartesi, Ekim 12, 2015
Spor ayakkabıları, spor ve antrenmanların en önemli olmazsa olmazlarından  biri. Onsuz bir spor düşünülemez bile. İyi bir spor ayakkabısı, sağladığı  konfor kadar tasarımıyla da  etkilemeli. Özellikle sporu, hayatlarının bir parçası haline getiren insanlar için doğru spor ayakkabıyı seçmekten daha önemli bir şey yok denilebilir.
Yoğun antrenman temponuza uyum sağlayan, enerjinizi ve hareket kabiliyetinizi en üst seviyeye çıkaran bir ayakkabıyı seçmek, yapacağınız sporun kalitesini de artıracaktır.
PUMA Ignite ailesinin en yeni üyesi olan Ignite XT, bir antrenman  ayakkabısı olarak tüm beklentilerinizi karşılıyor. Modern ve şık tasarımıyla dikkat çekerken, sağladığı maksimum enerji ile enerjinizi zirveye taşıyor ve sporu daha keyifli hale getiriyor.
Ignite XT yüksek geri sekme ve Ignite Foam yastıklaması ile hareket kabiliyetinizi en yüksek seviyeye çıkararak darbe etkisini azaltıyor ve uzun süreli dayanıklılık sağlıyor. Ignite XT, koşu yaparken verdiğiniz enerjiyi size iade eden köpük teknolojisi ile sizi bitiş çizgisine taşıyarak bir sonraki hedefinize ulaştırıyor.
Ignite XT, bütün ayakkabı boyunca uzanan esneme kanalları sayesinde her yönde hızlı ve dinamik hareketi mümkün kılıyor.  Orta ve yan yüzlerde artırılan topuk kalınlığı yanal hareketleri desteklerken, dış tabanda yer alan sağlam kauçuk kapsüller ağırlık yapmaksızın zeminle tam temas ve tutuş sağlıyor. Dünyanın En Hızlı Adamı  Usain Bolt ve ünlü yıldız Rihanna da antrenman yaparken, uzun süreli performans vadeden PUMA Ignite XT’yi tercih ediyor. Ignite XT, sunduğu renk seçenekleriyle antrenmanlarınızı ateşliyor.
Yoğun antrenmanları boyunca yüksek enerji isteyen sporcular için özel olarak tasarlanan PUMA Ignite XT, çok yakın zamanda bir ikon haline gelecek gibi gözüküyor.
Siz de en esnek koşu ve antrenman ayakkabısını deneyimlemek isterseniz, Ignite XT’yi tüm PUMA mağazalarında ve www.puma.com/ignite adresinde bulabilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.
Blogger tarafından desteklenmektedir.